Ana sayfa  Annelik  Elsanatları  Haberler  Magazin Dünya  Magazin Türkiye  Moda  Ressamlar  Seramik

Tiyatro Sinema  Yazılar  Yemekler  Send Twitter  Twitter'da biz  Facebook'da biz  Pinterest'de biz

 

 
 

Biyografi

1848 Paul Gauguin Paris'te 7 Haziran’da doğar.
1851 Ebeveynleri ile annesinin akrabalarının olduğu Lima, Peru’ya gider. Babası yolculuk sırasında ölür.
 
1855-64 Annesi ile döner; okul yıllarını Orléans’ta geçirir.
1865-71 Ticari gemilerde ve Donanma’da gemicilik yapar; annesi öldükten sonra Donanma’dan ayrılır ve Paris’teki bir bankada çalışır.

1873 Danimarkalı Mette Gad ile evlenir.

1873-79 Sanatla ilgilenmeye başlar; Empresyonist resim koleksiyonu yapar ve Pazar günleri resim yapmaya başlar.
1876 Salonu’nda yapıt sergiler.
1879’da Pisarro ile Pontoise’de çalışır.

1880-83 Beşinci, altıncı ve yedinci Empresyonist sergilerine katılır; Cezanne ile tanışır ve ona hayranlık duyar. Bankadaki işini resim yapabilmek için bırakır.
1884-85 Pisarro’nun çalıştığı Rouen’a taşınır; eşinin Copanhagen’daki ailesine katılır, ancak sonra beş çocuğundan biri ile Paris’e döner, ve orada afiş asıcısı olarak kazandıkları ile yaşamaya çalışır.

1886 İlk Empresyonist sergisine katılır. Emile Bernard’la tanıştığı Pont-Aven, Brötanya’ya ilk kez gider.

 Van Gogh ile arkadaş olurlar.

 Las Repas, 1891

1887 Martinique’e gider; Panama Kanalı’nda çalışır. Aralık’ta Fransa’ya döner.
1888 Pont Aven’de Emile Bernard ile çalışır. Van Gogh’la Arles’te birlikte çalışırlar, ancak bir süre sonra şiddetli kavgalardan sonra oradan ayrılır.
1889-90 Paris Dünya Fuarı’nda “Synthetist” sergisi düzenler. Britanya’da yaşar; 1890 sonunda Tahiti’ye gitmek için Paris’e döner.
1891 Yolculuğu için para sağlamak için resimlerini açık arttırma ile satışa çıkarır; Paris’ten Nisan’da ayrılır; Papeete’ye Haziran’da varır ve vahşi doğa içerisine yerleşir. 

1893 Hasta ve borç içerisinde Ağustos’ta Fransa’ya döner; amcasından kendisine küçük bir miras kalır. Paris’te bir atölye tutar ve Durand-Ruel’de yapıtlarını sergiler.

1894 Kopenhag’a kısa ziyaretler, yılın çoğunu Britanya’da geçirir. Bir denizci ile kavgada ayak bileğini kırar. 1895 Tahiti’ye geri dönmeye karar verir. İkinci bir müzayeededen sonra Paris’ten ayrılıp Temmuz’da Papeete’ye varır, ve yine şehir dışında bir yere yerleşir.

1896–1897 Tekrarlayan hastalıklar, hastanede kalışlar, artan borçlar; Pahura adlı ondört yaşında bir kız ile birlikte yaşar.

1898 İntihara teşebbüs eder.
1899 Vollard ile resimlerinin satışı konusunda kontrat yapar. Tekrar hastaneye yatar.
1901 Markiz Adalarından Dominique Adası’ndaki Atuana’ya taşınır. Pahura onunla gelmeyi reddeder.
1902 Tekrar hastalanır, Fransa’ya dönmeyi düşünür.
1903 Bir siklon adanın altını üstüne getirir. Adadaki otoritelerle kavga eder; yazdığı bir şikayet mektubundan dolayı üç ay hapse mahkum olur. 8 Mayıs’ta Atuana’da ölür. Paul Gauguin’e ilişkin daha geniş bilgi için:
Web Museum : Gauguin
Paul Gauguin Online
Van Gogh & Gauguin

Paul Gauguin ve Tahitili yerliler

Paul Gauguin Van Gogh Painting Sunflowers, 1888

Modern sanatın öncülerinden olan Gauguin, 1848 yılında orta halli bir ailenin çocuğu olarak Paris'te dünyaya gelmiştir.

Vahine No te Vi (Woman with Mango), 1892Üç yaşındayken ailesiyle birlikte Güney Amerika'ya gitmiş ve yedi yaşına kadar Peru'da yaşamıştır. Belki de, çocukluğunda yaşadığı bu tecrübe nedeniyle hayatı boyunca uzaklara özlem duyacaktır. Paris'e döndükten sonra, 1865 yılında deniz kuvvetlerine katılmış, 1871 yılında buradan ayrılarak borsada çalışmaya başlamıştır.

Başarılı bir kariyer ve düzenli bir aile hayatına sahip olan Gauguin, bu sırada izlenimci ressamların eserlerini toplamaya başlamıştır.

 

Ancak onun resme duyduğu ilgi, bir koleksiyoner olmakla sınırlı kalmayacak; hafta sonlarını resim yapmaya ayırarak başladığı bu amatör uğraşı, onun sanat tarihinin en dikkat çekici isimlerinden birisi olmasına yol açacaktır.

1876 yılında, izlenimcilerin bilge büyüğü Pissarro'yla tanışmış ve aynı yıl Salon sergisine bir resmini yollamıştır. Nihayet, 1883'de sadece resim yapmaya yoğunlaşabilmek için mesleğini terketmiştir. Bu dönemde Monet, Sisley ve Pissarro etkisi altında izlenimci resimler üreten Gauguin, 1880- 1886 arasındaki izlenimci sergilerin dördüne katılmıştır. Ancak, resim tutkusu ailesinin geçimini sağlamasına yeterli olmayınca işinden sonra ailesini de terketmek zorunda kalmış ve 1886 yılında Kuzey Fransa'ya Pont Aven'e giderek burada uygarlıktan ve şehrin karmaşasından uzakta resim üretmeye yoğunlaşmıştır. 1888 tarihli Yakup'un Melekle Mücadelesi bu döneme ait önemli çalışmalarından birisidir.

Pont Aven'de genç sanatçı Emile Bernard ile birlikte sentetizm adını verdikleri yeni bir resim üslubunu geliştirmiştir.

Bu; iki boyutlu resimde üç boyut hissini vermek için kullanılan göz aldatıcı teknikleri bir yana bırakan dekoratif bir üsluptur. "Renk iki boyutlu bir tabaka olarak imgenin kapladığı alanı örtecek biçimde sürülüyor ve kalın dış çizgilerle sınırlanıyordu." [RİCHARD, L.; Ekspresyonizm Sanat Ansiklopedisi, s.24]

Breton resimleri Gauguin'in sanatında yeni bir dönemi ortaya koyar ve onun halk sanatı ve ilkel sanata olan ilgisini yansıtır.

GAUGUIN BELGESELİ

 

Klip Yönetmeni Brenda Foshio Hakkında

45 yaşındayım ve Ohio'nun Dayton kasabasında yaşıyorum. Yüksek öğrenimimi sanat yönetmeni olarak yaptım. Okuldan 4 Eylül 2007 tarihinde dereceyle mezun oldum. (Eh yani bu cümleye efendim selamlar diyip şapka çıkartmak gibi bir espri yapılabilir sanırım - Brenda) Resim ve çizim yapmaktan, video filmler hazırlamaktan, gereksiz şeylerle oyalanmaktan, sigara içmekten ve boş zaman etkinlikleriyle vakit geçirmekten hoşlanıyorum. Hobilerimden bir diğeri de nükleer kirlilik yaşanmış alanlarda lif kabağı yetiştirmektir. :) Tam bir müzik aşığı olduğumu söylemeliyim. Her çeşit müziği dinlerim.; hard rap, Heavy Metal, country. Hele Hint müziğine biterim. Reggae ve latin sitili müziklerden de hoşlanırım.

(*): Brenda Foshio , I am 45 and live in Dayton, Ohio. I am about to graduate college with a degree in art administration. (I have graduated! 4-9-2007 YAY) I like to paint, draw, make videos, play trivia and smoke as a leisure activity. One of my hobbies is growing loofah squash in nuclear soil! :D:D I love music! Almost any kind, except hard rap, heavy metal and country. I adore music from India. Love reggae, and latin styles of music.
Name: Brenda - Country: United States

(*)Brenda Foshio Page:  http://www.youtube.com/user/brendafohio

Dönemin diğer önemli sanatçılarıyla da arkadaşlıklar kuran Gauguin, 1888'de Arles'a giderek bir süre Van Gogh'un yanında çalışmış ancak iki sanatçının arasındaki uyuşmazlıklar üst seviyeye çıkınca buradan ayrılmıştır.

 

Sembolist edebiyat ve resim çevresiyle ilişki içerisinde olan Gauguin, bir süre Paris'te kaldıktan sonra tekrar Breton bölgesine dönmüş ve bu dönemde, baş yapıtlarından birisi olan Sarı İsa'yı gerçekleştirmiştir.

Bu arada uzak dünyalara olan özlemi giderek artmaktadır. Nihayet, 1891 yılında Tahiti'ye gitmek üzere Fransa'dan ayrılır.

Uygarlıktan uzak bu cennette Gauguin, yerli halk ile birlikte yaşamış ve sanatsal üretimine yoğunlaşmıştır.

Konusunu yerli halkın günlük yaşamından alan resimlerinde üslupsal gelişimini, klasik bir anlatım biçimine dönüştürmüştür.

Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz? (1897) adlı resminde sanatçı yaşamın kökenini, aşkın ve ölümün anlamını sorgulamaktadır. 1893 Temmuz'unda Paris'e dönen Gauguin'i, 1895'de yeniden Tahiti'de görürüz. Burada çok sayıda resim ve ahşap heykel üretmeye devam etmiştir. Resimleriyle 20.yüzyıl sanatını derinden etkileyen Gauguin, 1903 yılında yaşlı kıtadan çok uzaklarda, uygarlığın henüz kirletmediği bir yeryüzü köşesinde yaşama veda etmiştir.

BİR KAÇIŞ ÖYKÜSÜ; Gauguin Üzerine Bir Deneme

Gauguin'i kemirip duran, sürekli bir şekilde huzursuz eden şey neydi? Karısını, çocuklarını borsadaki saygın işini, düzenli hayatını ve sonunda uygarlığı bırakmasına yol açan o karşı konulmaz duygu nasıl bir şeydi?

Önce hafta sonları dostlarıyla resim yapmaya başladı; zararsız, hoş bir hobi! Düzenli bir geliri, bakacak bir ailesi olan birisi için bundan fazlası da olmamalıydı zaten. Ama oldu! Renklerin büyülü dünyasında, içinde uyanan kaçış duygusunun kamçılandığını hissediyordu.

Eline fırçayı bir kez aldıktan sonra, o küçük hafta sonu kaçamaklarından Tahiti'ye kadar uzanan yolun önü açılmıştı artık.

Mekanikleşmiş hayatından olan memnuniyetsizliğini boyalarla paylaşıyor, boyalar da ona cevap veriyor, onu kışkırtıyordu.  'Kaç' diyorlardı ona 'durma, herşeyi geride bırak ve hayatını bu kısırdöngüden kurtar.'

Denizkızlarının ölümcül çağrıları gibi Gauguin'i çekti tüm bunlar. Önce bir ressam olarak ailesine bakmayı umdu. Böylece borsadaki düzenli işinden kaçmış oluyordu.

Ama resim karın doyurmuyordu, renkler hisse senetlerinin getirdiği maddi imkanların küçük bir kısmını bile sağlamıyorlardı. Karısı ondan başyapıtlar değil, yaşamlarını sürdürecek kadar bir gelir bekliyordu; bu olmayınca da Gauguin'i terketti. Önce işinden, şimdi de ailesinden vazgeçmek zorunda kalmıştı Gauguin, ama kaçış duygusu içine yerleşmişti bir kez. Geri dönemezdi ve ailesini de feda etti.

Peki bu bir bencillik miydi? İnsan nasıl olur da, ressam olmak uğruna ailesini bırakmaya razı olurdu? Ama öyle ya, artık Gauguin dönüşü olmayan bir yola girmişti. Ezbere bir yaşam sürmemek için kaçmalıydı.

Her sabah kalkıp eşinin hazırladığı kahvaltının ardından temiz elbiselerini ve boyun bağını takıp işine gitmek, çalıştığı şirkete iyi hizmet ederek, yükselmeyi ve daha iyi maaş almayı, kimbilir böylelikle çocuklarını daha seçkin okullara yollamayı ummak, akşam eve dönmek, ailesiyle olmak ve birbirine benzeyen sayısız günün ardından uykuya dalmak; hayır bunlar ona göre değildi.

Çoğu insanın peşinden koştuğu bu boğucu yaşam biçiminden nefret ediyordu. Ve bir hafta sonu tuval üzerine kırmızı rengi sürerken, o kırmızıda bu nefreti farkediverdi.

Kendini tamamıyla resme adayan Gauguin, böylece büyük kaçışın ilk aşamasını tamamlamıştı. Paris'in sanat ortamı içindeydi, sanatçı dostlarıyla beraberdi ve resim yapıyordu. Yine de halen huzursuzdu.

Bu boğucu kenti, bu kalabalığı, bu iğrenç yapaylığı terketmeliydi. Önce kısa süreli kaçışlarla Brötanya ve ardından çılgın Hollandalı'nın yanına Arles'a gitti. Ama kaçış duygusunu doyuramıyordu, işini, ailesini, kentini geride bıraktığı halde bu duygu içinde hala kıpırkıpırdı.

Ve bir gün, 4 Nisan 1891 günü, yaşlı kıtayı, 'tek dişi kalmış uygarlık canavarını' ve herşeyi geride bırakarak, bir geminin güvertesinde, gözleri ufalan Fransa kıyılarına değil, onu bekleyen ıssız Tahiti adasına çevrili bir şekilde kaçıverdi.

Gauguin Tahiti'de yerlilerin arasında yaşadı, resim yaptı, ağaç yonttu. Cennete kavuşmuştu ve çok sayıda eşsiz değerdeki resim ve yontuyu geride bırakarak, 1903 yılında, tam 55 yaşında, kaçacak başka bir yer kalmadığından olsa gerek, yeryüzü cennetinden gökyüzündekine, sınırsız özgürlüğe kaçıverdi.


Kitaplık- Gauguin’le zincirlerinden boşanmış bir cinselliğin, yepyeni bir sanatın azgın sularına
Mario Vargas Llosa
CENNET BAŞKA YERDE
roman

Flora Tristan, sosyalist feminizmin kurucularından biridir, yaşamını kadınlar ve işçilerin temel haklarının kazanılmasına adamıştır. Flora’nın gözünde cinsellik, erkeklerin kadınlardan intikam almak için kullandıkları bir şiddet türüdür. Paul Gauguin, bir borsa simsarıyken resim tutkusuna yakalanmış, Kilise ve burjuva yaşamıyla iğdiş edilmemiş, saf ve ilkel bir dünyanın peşinde Tahiti’ye gitmiştir. Gauguin’in gözünde yasaksız, hazzın doruklarında gezinen bir cinsellik yaratıcılığın kaynağıdır. Latin Amerika edebiyatının ustalarından Mario Vargas Llosa, 19. yüzyılın bu iki karşıt karakterini buluşturduğu Cennet Başka Yerde’de, Gauguin ile hiç görmediği anneannesi Flora’nın ortak özlemini yakalıyor: İnsanoğlu için mutluluğun mümkün olduğu bir cennet. Flora’yla Peru’daki yoksulluğun, Londra’daki ezici kapitalizmin, Paris varoşlarının dalgalı sularına sürükleniyor okur; Gauguin’le zincirlerinden boşanmış bir cinselliğin, yepyeni bir sanatın azgın sularına. Llosa, cenneti arayanların cehennemini anlatıyor okurlarına.

Tahiti ve Paul Gauguin

Paul Gauguin, Fransız ressamıdır (1848-1903). Paris'te doğan Gauguin, çocukluğunu Peru'da geçirdikten sonra, donanmaya girdi ve dünyayı dolaştı. Sonradan bir bankada memur oldu, sakin bir hayat sürdü: izlenimciliğin etkisinde kalan, bir hevesli, bir «pazar günü ressamıydı.

Sonradan kendini sadece resme adamağa karar verip bankadan ayrıldı. Büyük bir yoksulluğa düştü ve giderleri kısmak için Bretagne'da, Pont-Aven'e çekildi (1886). 1887'de yabancı ülkelere duyduğu özlem onu Panama ve Martinique'e doğru yol alan gemilere binmeğe itiyordu. İşte bu yoldan tropiklerin göz kamaştırıcı ışığını buldu, ama parasızlık yüzünden 1888'de dönmek zorunda kaldı.

Artık doğacılıktan (natüralizm) vazgeçmişti ve tamamen hayal gücüne dayanıyordu. Perspektifi bırakmış, tablolarını, renkli lekelerin koyu ve kalın bir çizgiyle sınırlandığı geniş, tek boyutlu düzeyler olarak yapmağa başlamıştı. Sonunda, Tahiti Adası'na gitmeyi başardı. Orada tam bir adalı gibi yaşıyor, güzel kadınlar resimlerinin esin kaynağı oluyordu. Gauguin'in resimlerinde bu kadınlar, sağlam ve yapılı vücutlarıyla pembe, mor, mavi karışımı sıcak ve pırıltılı renk tonları içinde yüzer.

Stilize desen ve saf renklerin kullanılışı yönünden ilkel sanatları andıran Gauguin'in tabloları, modern resim sanatının habercisi olmuştur. Gauguin, dekoratif biçimlere karşı duyduğu ilgiyi de, çeşitli heykel ve gravür çalışmalarında dile getirmiştir.

Bazı Eserleri

Viroflay'den Manzara, Vaazdan Sonraki Hayal, Sarı İsa, Bretagne'dan Manzara, Çiçekli Kadın, Ay ve Dünya, Vücutlarının Altını, Kumsalda Atlılar, Tahitili Aile. grafiksaati.org

İzlenimcilikten sembolizme Gauguin

Dünya resim tarihinin kilometre taşlarından biri olan Paul Gauguin'in erken dönemini yansıtan yapıtları Danimarka'nın başkenti Kopenhag'daki Ordrupgaard Müzesi'nde sergileniyor. Gauguin'in, resimlerinin yanısıra heykel ve seramik çalışmalarının da yeraldığı serginin en önemli özelliği, sanatçı hakkında bugüne kadar açılan en kapsamlı sergi olması. Ressamın sergilenen 78 yapıtı onun izlenimcilikten sembolizme uzanan yolculuğunu da gözler önüne seriyor. Sergi 20 Kasım'a kadar sürecek.
Frida Kahlo, Tate Modern'de

BİR RESSAMIN PORTRESİ

Fransız ressam Paul Gauguin, kökenlerinde İspanyol ve Peru kanı da bulunan bir ailenin oğlu olarak, 7 Haziran 1848'de Paris'te doğdu. Babası bir politika muhabiri, annesi de dönemin ünlü yazarlarından Flora Tristan'ın kızıydı. Flora'nın babası, bir İspanyol soylusu, amcası da Peru Genel Valisi'ydi.

1851 yılında Lois Napoleon'un başını çektiği hükümet darbesi sonucunda ressamın babası ailesini de alarak Fransa'dan kaçmak zorunda kaldı. Ancak baba Clovis Gauguin yolda öldü. Karısı da iki çocuğuyla birlikte Peru'nun başkenti Lima'ya sığındı. Gauguin, burada dört yıl geçirdi.

MACERA VE ACILARLA ÖRÜLÜ BİR YAŞAM

Yedi yaşına gelince annesi ile birlikte Fransa'ya döndü. Orleans şehrinde okula başladı. Maceracı bir ruhu vardı Gauguin'in. Bunu ilk sinyalini de 16 yaşındayken verdi. Luzzitano adlı şilebe gizlice bindi ve uzak denizlerde tam 6 yıl geçirdi.

1871'de tekrar karaya ayak bastı. Bu arada annesi ölmüştü. Maceracı Gauguin bambaşka bir işe girdi; bankacı oldu. Çok geçmeden Mette Gad adında Danimarkalı bir kızla evlendi. Gauguin'in Mette'den beş çocuğu oldu. Paul Gauguin, bankacılığı artık benimsemişti. İyi para kazanıyor, düzenli iş ve aile hayatı ona yeni bir macera aramak için zaman bırakmıyordu.

Böylece uzun yıllar geçti. Resme ilgisi vardı ama yalnızca pazar günleri resim yapmak için vakit bulabiliyordu. Daha çok doğa resimleri ya da çocuk portreleri çiziyordu.

"Salon" da sergilenen bu resimlerden biri çok beğenildi. Bu arada genç empresyonistlerle tanışarak onların sergisine de katıldı. Gauguin, 35 yaşında bankacılığı bırakarak kendini tamamen resme verdi. Çok geçmeden bütün paraları bitince, bohem hayata ayak uyduramayan karısı, Kopenhag'da yaşayan annesinin evine döndü. Paul Gauguin'de peşi sıra gitti ama, kayınpederinin yardımına muhtaç kalmak ona ağır geldi. Dört çocuğunu karısına bırakarak, 9 yaşındaki oğlu Clavis'le birlikte Paris'e döndü.

Hayatı gün geçtikçe zorlaşıyordu Gauguin'in. Oğluna bakabilmek için çok az bir ücret karşılığı duvarlara ilan yapıştırmaya başladı. Ama açlık, soğuk ve alışık olmadığı bu yıpratıcı iş onu kısa sürede yatağa düşürdü. Karısı da bu arada gelip Clavis'i alınca acısı daha da arttı.

Gauguin, sağlığı biraz düzelince yaşamın daha ucuz olduğu Bretagne bölgesine gitti. Köylü portreleriyle yine köy havası taşıyan dini konularda resimler yapmaya başladı. 1887 yılında ani olarak çocukluğunu geçirdiği ülkelere göç etmeye karar verdi. Panama'ya gitti. O sıralarda yeni açılmakta olan ünlü Panama Kanalı inşaatında; yoluna devam edebilmek için gerekli parayı kazanabilmek umuduyla çalıştı. Kan- ter içinde kayaları kırdı, taş taşıdı. Martinique'e vardı, ama korkunç bir hummaya yakalandığı için çok geçmeden tekrar Fransa'ya dönmek zorunda kaldı.

Paris'te birkaç ay evsiz, barksız, aç, sefil dolaştıktan sonra eski bir dostu sayesinde birkaç tablosunu satabildi. Bunun üzerine tekrar Bretagne'a, Port-Avent'e gitti. Artık başlı başına bir sanat görünüşüne sahip bulunuyordu.

"Resim sulh ve sükun demektir. Hareket ifade eden her şeyi silkip atmalı, konuyu statik hale getirmeli" derdi. Bu sözler Paul Gauguin'in hem Mısır sanatına, hem de Baudelaire'e olan eğilimini gösterir. Gerçekten de bu hisli şair, sanatın tümünü bozan her gereksiz hareketi adeta suç sayardı. Gauguin'in, Van Gogh'la Arles'da geçirdiği ve ünlü kulak kesme hikayesiyle sonuçlanan günler işte bu zamanlara rastlar. "Arles'da Roma Mezarlığı Sokağı" adlı eser, bu çağın eseridir.

Paul Gauguin, ömrü boyunca tabiat karşısında sehpa kurmadı, bütün resimlerini hayal gücüyle yaptı. Ona göre bir sanatçı, ancak kendi kendine yeni bir dünya yaratabilen insandı. Böylece, Verlaine ve arkadaşları gibi, sembolist görüşünü açıklamış oluyordu.

Bu ada Gauguin, Bretagne'da yaptığı resimlerden birkaçını Paris'te sattı. Güzel Sanatlar Bakanlığından Tahiti'ye kadar bedava bir vapur bileti de alınca çoktandır özlemini çektiği yerlere gidebilecekti.

23 Mart 1891'de ünlü Cafe Voltaire'de aralarında Mallarme'nin de bulunduğu bir sembolist şairler topluluğu tarafından şerefine bir veda ziyafeti düzenlendikten sonra yola çıktı; 8 Temmuz'da Papeete'ye vardı. Ama bu şehri fazla medeni bulduğu için, adanın iç bölgesindeki Mataeis köyüne çekilerek, orada on üç yaşında bir yerli kızı ile basit bir kulübede yaşamaya başladı. Artık aradığını bulmuştu. İnsanüstü bir güçle çalışıyordu. "Ia Orana Maria" ile "Arearea" bu devrin eserleridir. İlk resim hristiyan yerlilerin din inancını sembolize eden bir konudur.

Gauguin, bu medeniyetten uzak bölgede çok mutluydu. Ama güzel günleri uzun sürmedi. Parası bitti, üstelik hastalandı. Böylece 1893 yılında ister istemez tekrar Paris'e dönmek zorunda kaldı. Bu defa işler umduğu gibi çıkmadı. Kendisine karşı anlayış gösteren Güzel Sanatlar Bakanı değişmiş, halefi ise resimlere bakmak ihtiyacını bile duymamıştı. Tahiti'de büyük bir aşkla yaptığı resimleri hiç fiyatına sattı.

Bu arada iyi bir şey oldu ve amcasından kalan küçük bir miras hızır gibi imdadına yetişti. Bu parayla kendine güzel bir atölye kiraladı. Gauguin bu sırada Paris'te Annah adında Javalı bir kızla tanıştı. Bir süre beraber yaşadılar. "Cavalı Annah" işte bu çağın eseridir.

"ARSENİK İÇTİM ÖLMEDİM, SADECE ACIM ARTTI"


Ama Anna da onu mutluluk getirmedi. Bir gün Annah ile Bretagne'a gittiler. Pont-Aven'deki bir meyhanede kıza sataşan sarhoş gemicilerle kavga eden Gauguin'in ayak bileği kırıldı. Hastaneye kaldırıldı, bunu fırsat bilen Cavalı Annah da evinden yükte hafif, pahada ağır ne varsa çalarak, gözden kaybolmuştu.

Paul Gauguin'e 57 trilyon

Ünlü ressam Paul Gauguin'in “Maternite (II)” (Annelik II) adlı tablosu 39.2 milyon dolara (yaklaşık 57 trilyon 161 milyar lira) satıldı. Sotheby müzayede salonunda yapılan satışta, adı açıklanmayan bir kişi tarafından verilen bu fiyatın, Gauguin için bir rekor olduğu belirtildi. Aynı müzayedede, Amedeo Modigliani'nin 21 yaşındaki hamile sevgilisi Jeanne Hebuterne'i resmettiği aynı adlı tablo da 31.3 milyon dolara (45 trilyon 635 milyar lira) satıldı.
Monet tablosu 30 trilyona satıldı

Piet Mondrian'ın New York adlı bir tablosuysa 21 milyon dolara (30 trilyon 618 milyar lira) alıcı buldu.

İşte bu olay Paul Gauguin'i öylesine sarstı ki, Avrupa'yı bir daha dönmemek üzere terketmeye karar verdi. Tekrar Tahiti'ye vardığı zaman kendisine ulaşan ilk haber, kızı Aline'in ölümü oldu. Sakatlanmış olan ayağı gün geçtikçe daha berbat bir hal alıyor, Paris'te bıraktığı resimler de hiç alıcı bulamıyordu. Bu hayal kırıklığı içinde arsenik içerek intihara teşebbüs etti; ama başaramadı.

Bu manevi işkence yıllarının en büyük sembolü "Nerden Geldik, Neyiz, Nereye Gidiyoruz" adındaki dev kompozisyondur.

Sanatçının 1901 yılında dostu Charles Morice'e yazdığı mektup bu kompozisyonun taşıdığı ruh hakkında yeteri kadar fikir verebilir: "Ölmek istiyordum. Bu umutsuzluk içinde elime geçen bir çuval parçasına bu konuyu bir çırpıda aktarıverdim. Resmi imzalamaya elim varmadı. Arsenik içtim ama yine de ölmedim. Sadece ıstırabım arttı..."

Bu sırada "Le Sourire" adındaki dergide yayınlanan bir yazı nedeniyle Tahiti'de de düşmanlar edindi. Tahiti valisi derhal adayı terketmesini istedi. Sanatçı böylece, Marquess takımadalarına bağlı Hiva Oa adasına giderek Atuana'da yerleşti. Burada yeni bir hızla çalışmaya başladı. Ama hastalık peşini bırakmıyordu. Kalbi rahatsızdı, ayakları egzama içindeydi ve bütün vücudu kırılıyordu. Bu durum sinirlerini de bozduğu için çok geçmeden misyoner rahiplerle ve köy jandarmalarıyla yerlilerin hakkını savunmak bahanesiyle kavga etmeye başladı. Bunun üzerine halkı isyana teşvik etmek suçuyla tevkif edilerek üç ay hapis ve bin frank para cezasına çarptırıldı. Tekrar kulübesine döndüğü zaman ruhen ve bedenen perişan bir insandı. 1903 yılının 8 Mayıs günü de onu ziyarete giden yerli dostu Tioka onun cansız bedeniyle karşılaştı.

grafiksaati.org

Paul Gauguin’i 100. Ölüm Yıldönümünde Anmak - Otoportreler ve Portreler (7 Haziran 1848 - 8 Mayıs 1903)

“Sanat doğadan çıkarılan bir soyuttur.”

Çalınan tablolar tuvalette bulundu


İngiltere'nin Manchester Kenti'ndeki bir sanat galerisinden önceki gün çalınan Van Gogh, Picasso ve Gauguin'e ait üç tablo umumi bir tuvaletin arkasında rulo halinde bulundu.

Whitworth sanat galerisinde kayıp olduğu belirlenen, toplam değerinin yaklaşık 1 milyon sterlin olduğu tahmin edilen Van Gogh'un 1878 tarihli ‘‘Paris’’, Picasso'nun 1903 tarihli ‘‘Yoksulluk’’ ve Gauguin'in 1891-1893'te yarattığı ‘‘Tahiti’’ isimli tabloları, kimliği belirsiz bir kişinin polise ihbarı sonucu ele geçirildi. Sanat galerisinin yakınındaki bir tuvaletin arkasında bulunan tablolar galeriye iade edildi ve zarar tespiti için uzmanlar tarafından incelendi.

“Bir tablonun yapımı nerede başlar nerede biter? İnsanın içinde duygular kaynaşmaya başlayınca, bu duygular patlayınca ve bütün düşünce yanardağdan çıkan lavlar gibi çıkıp taşınca birdenbire yaratılan yapıtın çok keskin bile olsa büyük ve insanüstü bir patlayışı değl midir bu? Usun bilinçli hesaplarının bu patlayıştan öncesiyle bir ilgisi yoktur, ama insanın içinde yapıtın ne zaman başladığını kim bilebilir? Bu yapıt belki de bilinçsizliğin doğurduğu bir şeydir.”

“Beni düşündüren en önemli şey şudur: İyi bir yolda mıyım, çalışmalarımda gelişme var mı, sanat hataları yapıyor muyum? Çünkü maddeyle ilgili, tablo yapımıyla ve hatta tuvalin hazırlanmasıyla ilgili sorunlar gerçekten en son planda yer alır. Bunlar her zaman için düzeltilebilir değil mi? Oysa sanat, derinleştirilmesi çok ince ve korkunç bir şey…”

Paul Gauguin (1)

Paul Gauguin’in resim serüveninin içerisinden seçilen 45 otoportre ve portre imgeleri onun insan ve ressam kimliği üzerine oldukça aydınlatıcı bir bakış açısı kazanmamızı sağlamaktadır. Ressamın profesyonel ressamlık yaşamı 1883 – 1903 yılları arasınde yirmi yıllık bir süre ile sınırlıdır; ama o bu süreyi bir fırtına gibi yaşamış ve günümüze dek uzanan etkiler ve çok farklı alanlarda kalıcı yapıtlar geride bırakabilmeyi başarmıştır.

Sergide yer alan yapıtların 8 tanesi - ilki 40, sonuncusu 55 yaşında gerçekleştirdiği – otoportrelerdir; Vincent van Gogh’un yaşamının son dört yılında 40 kadar otoportresini gerçekleştirdiğini bildiğimizden, Gauguin’in 15 yılda gerçekleştirdiği 8 portrenin fazla olmadığı dikkati çekmektedir, ki bu otoportrelerin 3 tanesi alegorik resimlerindeki İsa resimlerinin yüzleri olarak resmettiği otoportreleridir; bu nedenle aslında gerçek anlamda sanatçının 5 otoportresini yaptığı da söylenebilir. Bu Van Gogh ile olan karakter farklılığını, Gauguin’in baskın dışa dönük kimliğinin de bir göstergesi sayılabilir. Ressamın belki de en ünlü otoportresi olan “Les Miserables”ı Arles’te Van Gogh ile beraber olduğu zaman diliminde gerçekleştirmesi de ilginçtir; dolayısıyla bu yapıtın Hollandalı ressamın otoportre konusundaki verimliliğinden etkilenmiş olduğu da söylenebilir.

Ressamlara İlham Veren Kadınlar

Sevgili-model ilişkisi yaşayan sanatçılar arasında en üretkeni hiç şüphesiz Picasso. Tatlı Olga, Marie-Therese için, o da kıvırcık saçlı, uzun kirpikli Dora Maar için terk edildi, onları Françoise Gilot ve Jaqueline Roque takip etti.

Komedyen Dali, karısı, sevgilisi, ilham kaynağı aynı zamanda da modeli olan Gala'ya olan hayranlığını gizlemiyor, uğruna elinden gelen herşeyi yapıyor ve sözlerini övgüleriyle süslüyordu. Karısının binlerce değişik görüntüsünü gerçeküstü bir dünyada yaratmıştı. Gala ressamın hayatı boyunca fiziksel aşkı da yaşayabildiği tek kadındı.

Henri De Toulousse-Lautrec (1864-1901)

Toulouse-Lautrec'nin modellerinin arasında Jane Avril ve Yvette Guilbert bulunuyor. Fransız sanatçının sevgilileri aynı zamanda resimleri için de ilham kaynağıydı. Ünlü ressam stüdyosunda bir modelle birlikte.

Paul Gauguin (1848-1903)

Ünlü ressamın Tahiti'de yaptığı tablo. Yerli modeller ressamın aynı zamanda sevgilileri de oldu. Resimdeki model daha 13 yaşındaydı.

Edouard Manet (1832-1883)

Her iki resimde yer alan çıplak kadın, Parisli fahişelerden, beyaz teni ve kırmızı saçları ile ressamların gözdesi olan Victorine Meurent.

Gustave Klimt (1862-1918)

Klimt model arkadaşı Emilie Folge için sadece platonik bir aşk besledi. Resimde Eugenia Mada Primavesi çiçekler arasında yer alıyor.

Salvador Dali (1904-1989)

Ressamın fiziksel ilişkide bulunduğu tek kadın ve resimlerinin baş konusu olan karısı Gala onun hem modeli, hem ilham kaynağı hem de sevgilisiydi.

Picasso (1881-1973)

İkinci karısı Jaqueline Roque ile birlikte. Ressamın modeli ve sevgilisi olan Dora Maar'ın portresi.

Paul Gauguin’in portrelerinden bir bölümü de arkadaşı diğer ressamların ve onların yakınlarının portreleridir, ve bunların bir bölümü de o sanatçılara ithaf edilerek hediye edilmişlerdir; Charles Laval, Madelaine Bernard, Vincent van Gogh, Emile Schuffenecker(Aile portresi ve ayrıca iki çocuğunu konu alan ikinci portre), Meyer de Haan portreleri gibi…

Dikiş Diken Nü (Modeli ilk karısı Mette olmalı.), Uyuyan Çocuk(Kendi çocuklarından biri olmalı.), Madame Roulin(Van Gogh’un portre çeşitlemelerini yaptığı postacının eşine Gauguin’in yorumunu göstermesi açısından ilginç.), Oturan Kadın Portresi (Sipariş bir portre olabilir.), Arles’te Kahve(Yine van Gogh’un da resmini yaptığı bir model; bir olasılık da Gauguin’in bu portreyi Van Gogh’un aynı konudaki çalışmasından yola çıkarak gerçekleştirmiş olabileceğidir.)

Sanatçının annesi Aline’in fotograftan yararlanılarak gerçekleştirilmiş portresi(Tahiti’de ressamın Tahiti stilinde gerçekleştirilmiştir.), Bastonlu Yaşlı Adam, Fritz Schneklud’un Portresi(Sipariş olabilir.), Dua eden Breton Kadın, Javalı Annah, Genç Kız(Vaite Goupil Portresi - Sipariş Portre), Yelpazeli Kadın gibi portreleri ressamın yaşamındaki dönemlerinin belgeleri olarak değerlendirilebilecek, yaşamının dönüm noktalarını da vurgulayan yapıtlardır.

Gauguin’in 1890’dan sonra yaptığı son portreleri büyük kompozisyonlarının içerisinde yer alan Tahitili ve Markiz adalı kadınları konu alır.

Bu çalışmalarda hristiyanlık dininin tarihinin görsel belleği ile pagan Maori dininin bir sentezinin ressamın en yakınındaki Tahitililerin “model”liği aracılığı ile dilegetirilişi ile karşılaşırız.

“İçgüdülerim, kalbim ve aklımla çalişen hiçbir şeye güvenmemeyi öğrendim. İlkel yaşantı benim için bir gençleşme besini oldu.”(2) diye son dönemindeki yaşam ve sanat yaklaşımını özetleyen Paul Gauguin’in otoportreleri ve portrelerini kronolojik sırada toplu olarak incelediğimizde, onun yaşamının tüm ilgi alanlarından beslenerek ve büyük ölçüde yalnızca sezgilerine kulak vererek oluşturduğu kendine özgü resim dilininin gelişimini de izleyebilmekteyiz.


(1) Moran, Adli; Manet’ten Picasso’ya 20 Çağdaş Ressam, Akşam Kitap Kulübü Serisi No. 23, İstanbul 1966, Tan Matbaası.
(2) Gauguin, Paul; Noa- Noa(Türkçesi Kemal Kandaş), Oda Yayınları, Şubat 1984, s. 109

grafiksaati.org

 

Van Gogh’un kulağını ressam Gauguin kesmiş

Yaşamını Fransa'nın Arles kentinde sürdürürken bir cinnet anında kendi kulağını kesen sanat tarihinin en trajik sanatçılarından Hollandalı ressam Vincent van Gogh'un kulağını kesen kişinin, ressam dostu Paul Gauguin olduğu ileri sürüldü.

Alman Bild gazetesinin haberine göre sanat tarihçisi Rita Wildegans, Gauguin'in anılarında, kulağı kendisinin kestiği yönünde bazı imalar bulunuyor.

1888 yılının 23 Aralık gecesi Vincent van Gogh kan revan içinde hayat kadını sevgilisi Rachel'e koşmuş ve uzattığı bezle ‘‘elindeki nesneyi dikkatlice yerine yerleştirmesini‘‘ istemişti. Ressamın nesne diye tanımladığı sağ kulağını fazlaca içtiği alkolün etkisiyle tıraş bıçağı ile kestiği sanılıyordu. Yıllarca tam bir açıklama getirilemeyen bu esrarengiz olaydan 113 sene sonra uzmanlar yeni teorilerin peşinde.

Hamburglu sanat tarihçisi Rita Wildegans'ın Spiegel dergisine yaptığı açıklamada, Paul Gauguin'in (1848-1903) yazdığı anılarında Van Gogh'un kulağını kesenin sanılanın aksine kendisi olduğunu ima ettiğini söyledi. Wildegans'ın teorisine göre, Arles'da aynı evi paylaştıkları 8 hafta boyunca her gün Van Gogh ve Gauguin, engellenemeyen bir saldırganlığa ve hafıza kaybına yol açan ‘‘Absent’’ cinsi içkiyi içiyorlardı ve resim yaparken bile ayık değillerdi.

Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi'nin müdürü Douglas Druick ise dini fanatik olan Van Gogh'un (1853-1890), arkadaşı Gauguin'in kendisini terk ederek şehirden ayrılışıyla ruhsal çöküntü içerisine girdiğini ve geçirdiği bu dini histeriyle İncil'deki örneklerine uygun şekilde kulağını kestiği görüşünü savunuyor.
grafiksaati.org

 

Paul Gauguin'in resimleri

Paul Gauguin- Painting

Dikiş Diken Nü, 1880
Uyuyan Çocuk, 1884
Charles Laval’in Profili ve Natürmort, 1886
Madeleine Bernard’ın Portresi, 1888
Otoportre ”Sefiller”, 1888
Madame Roulin, 1888
Van Gogh Ayçiçeklerini Boyuyor, 1888
Arles’te Kafe, 1888
Schuffenecker Ailesi, 1889
İki Çocuk Portresi (Paul ve Jean Schuffenecker), 1889
La Belle Angele, 1889
Otoportre, 1889
İsa Zeytinlikte, 1889
“Nirvana”- Meyer de Haan’ın Portresi, 1890
Oturan Kadın Portresi, 1890
Sarı İsa’lı Otoportre, 1890
Sanatçının Annesi Aline, 1890
Vahine No Te Tiare (Bir Çiçek ve Kadın), 1891
Yemek, 1891
Te Faaturama (Düşünen Kadın), 1891
Nafea Faa Ipoipo? (Benimle Ne Zaman Evleneceksin?), 1892
Kumsalda İki Kadın, 1891
Aha oe Feii? (Ne! Kıskandın mı?), 1892
Vahine No te Vi (Mango’lu Kız), 1892
Merahi Metua no Tehamana (Tehemana’nın Bir Çok Atası Var), 1893
Ea haere ia oe? (Nereye Gidiyorsun?), 1893
Bastonlu Yaşlı Adam, 1893
Şapkalı Otoportre, 1893-1894
Fritz Schneklud’un Portresi, 1894
Javalı Annah Portresi, 1893
Dua Eden Breton Kadını, 1894
Golgotha Yakınında Otoportre, 1896
Genç Kız Portresi (Vaite Goupil), 1896
Vahşi Şiirler, 1896
Sanatçının Portresi Arkadaşı Daniel’e ithaflı, 1896
Vairumuti, 1897
“Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz? - Yaşlı Kadın ve Genç Kadın - Ayrıntı, 1897
“Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz? - Meyva Toplayan Adam - Ayrıntı, 1897
“Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz? - Oturan Üç Kadın ve Uyuyan Çocuk - Ayrıntı, 1897
Üç Tahitili, 1898
Tahitili Kadın ve Erkek Çocuk, 1899
Bedenlerinin Altını, 1901
Yelpazeli Kadın, 1902
İlkel Öyküler, 1902
Otoportre, 1903
nu Study, 1880
Sleeping Boy, 1884
Still Life with Profile of Charles, 1886
Portrait of Madelaine Bernard, 1888
Self-Portrait “Les Miserables”, 1888
Madame Roulin, 1888
Van Gogh Painting Sunflowers, 1888
Café at Arles, 1888
The Schuffenecker Family, 1889
Portrait of Two Children – (Paul and Jean Schuffenecker), 1889
La Belle Angele, 1889
Self-Portrait, 1889
Christ in The Garden of Olives, 1889
“Nirvana”- Portrait of Meyer de Haan, 1890
Portrait of Seated Woman, 1890
Self-Portrait with Yellow Christ, 1890
Portrait of the Artist’s Mother, 1890
Vahine No Te Tiare (Woman with a Flower), 1891
Las Repas, 1891
Te Faaturama (The Brooding Woman), 1891
Nafea Faa Ipoipo? (When Will You Marry?), 1892
Two Women on the Beach, 1891
Aha oe Feii? (What! Are You Jealous?), 1892
Vahine No te Vi (Woman with Mango), 1892
Merahi Metua no Tehamana (Tehemana Has Many Ancestors), 1893
Ea haere ia oe? (Where are you going?), 1893
Old Man with Staff, 1893
Self-Portrait with Hat, 1893-1894
Portrait of Fritz Schneklud, 1894
Portrait of Annah the Javanase, 1893
Breton Woman in Prayer, 1894
Self-Portrait Near Golgotha, 1896
Portrait of A Girl (Vaite Goupil), 1896
Pagan Poems, 1896
Portrait of the Artist, Dedicated to his Friend Daniel, 1896
Vairumuti, 1897
Where Do We Come From? What Are We? Where Are We Going? - Old Woman and Young Woman - Detail, 1897
Three Tahitians, 1898
Tahitian Woman and Boy, 1899
And the Gold of Their Bodies, 1901
Woman with Fan, 1902
Primitive Tales, 1902
Self - Portrait, 1903
 

Gizlilik Politikası