Ana sayfa  Annelik  Elsanatları  Haberler  Magazin Dünya  Magazin Türkiye  Moda  Ressamlar  Seramik

Tiyatro Sinema  Yazılar  Yemekler  Send Twitter  Twitter'da biz  Facebook'da biz  Pinterest'de biz

 

 

Fikret Mualla Saygı, Hayatı, Resimleri, Sanatı

Cumhuriyet kuşağı Türk ressamları; Fikret Mualla

Fikret Mualla Saygı hakkındakimdir biyografi

Cumhuriyet’in ilk kuşak ressamları arasında yer alan Fikret Mualla, yaşamının çoğunu geçirdiği Paris’te Türk resminin önemli bir temsilcisi olmuş ve yapıtlarıyla buranın sınırsız sanat ortamında kendini kabul ettirmiştir.
grafiksaati.org.net .org Gençlik haberleri Kültür sanat magazin haber dergisi
Fikret Mualla 6 Portre ve Sürrealist KompozisyonÇocukluğu ve gençlik yılları Kadıköy, Bahariye çevresinde geçen Fikret Mualla’nın futbola olan tutkusu derslerinin önünde yer alınca, Düyun-u Umumiye mensubu olan babası Ekrem Bey tarafından, yatılı olarak Galatasaray Lisesi’nde eğitimini sürdürmesine karar verilmiştir. Fikret Mualla’nın Kadıköy, Saint Joseph’teki eğitimi böylelikle son bulmuştur.
Ressamlar ve resimleri
Fikret Mualla Erkek Nu 1954Sanatçının Saint Joseph’teki eğitiminin hangi zaman dilimini kapsadığıyla ilgili net bir bilgi bulunmamakla beraber, Hadi Bara, Edip Hakkı Köseoğlu, Turgut Zaim gibi Türk sanatının önemli isimleriyle kurduğu dostlukların Saint Joseph yıllarında atıldığını biliyoruz.
Fikret Mualla Saygı kimdir
Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmenleri sırasıyla Aslanyan ve Şevket Bey (Dağ) olmuştur.
Fikret Mualla Saygı resimleri
Galatasaray Lisesi’nde öğrenim gördüğü sıralarda, işgal altındaki İstanbul’da ikinci bir felaket olarak görülen İspanyol gribi Fikret Mualla’nın annesinin ölümüne neden olmuştur. B Bu hastalığı annesine bulaştıran kişi olduğu için Fikret Mualla gelişim çağında sürekli bir suçluluk duygusu yaşamıştır.

Fikret Mualla Nü 1950Babasının daha sonra yaptığı evliliği benimseyemeyen Fikret Mualla’nın içine düştüğü durumdan sıyrılabilmesi için ailesi tarafından İsviçre’ye mühendislik eğitimine gönderilmiştir. Fikret Mualla, mütareke yıllarına rastlayan bu dönemde Zürih’te parasız kalmış ancak dönemin konsolosunun desteği ile sanat eğitimi almak üzere buradan Almanya’ya geçmiştir.

Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nde afiş ve desinatörlük eğitimiyle başlayan sanat yaşamı, daha sonraki yıllarda Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi ile sürmüştür. Buradaki hocası Arthur Kampf’tır. Almanya’da bulunduğu bu yıllarda Mısır Hidiv’i Abbas Halim Paşa’nın maddi desteğini görmüştür.

Altı yıl kaldığı Almanya’da hayatının ileriki dönemlerinde sürekli bir sorun olarak belirecek olan alkol bağımlılığı nedeniyle ilk kez tedavi görmüştür.

Sanatçı yurtdışında bulunduğu bu dönemde ayrıca İtalya ve Paris’e gitmiş ve bu sanat merkezlerinde edindiği birikimlerle İstanbul’a dönmüştür.

Fikret Mualla’nın 1927-1928 yıllarında, önce Galatasaray Lisesi’nde daha sonra da Ayvalık Ortaokulu’nda resim öğretmenliği girişimleri olmuş, Galatasaray Lisesi’nde vekil öğretmen olarak düşük ücret almasından, Ayvalık’ta ise o tarihlerde elektrik olmamasını bahane ederek bu kez 1930’lu yıllarda canlanmaya başlayan İstanbul sanat ortamının içine girmiştir.

Fikret Mualla edebiyatla da yakından ilgilidir. Sanat ve edebiyat dünyasından bir avuç kişinin oluşturduğu sınırlı sanat ortamında Fikret Mualla da yer almış, 1932’de Şiller (Schiller) 1759-1805, Hayatı ve Eserleri adında bir kitap yazmıştır.

Fikret Mualla Kırmızı Sirk - Kaplumbağa Terbiyecisi 1960Fikret Mualla 23, Caz OrkestrasıBundan başka 1938 yılında Ses dergisinde yayınlanan Usera Karargahı ve Masal adlı öyküleri vardır. Yine bu yıllarda Yeni Adam dergisinin yazılarını resimlemiş, zaman zaman da aynı dergide dönemin sanatçılarının portre desenleri ve karikatürlerini çizmiştir. Ayrıca Nazım Hikmet’in Benerci Kendini Nasıl Öldürdü? adlı oyununu ve Varan 3 adlı şiir kitaplarını resimlemiştir. Onun sanatındaki duygularını ifade eden yön ise resimlediği öykü ve oyunlarla, çizdiği karikatürlerde belirginleşmiştir.

Bu dönemlerde resimlediği öykü ve oyunlar ya da sanatçı karikatürlerinden başka, Fikret Mualla’nın 1928’den Paris’e temelli gideceği 1939 yılına kadar, konu olarak daha çok İstanbul’un çeşitli semtlerinden manzaralar yaptığı bilinmektedir:

Sanatçının Ayasofya’ya olan ilgisi, henüz Galatasaray Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında resim öğretmeni olan Şevket Dağ’ın etkisini akla getirmektedir. Yine bu yıllarda Fikret Mualla’ya tanınmış bir kişilik ve aynı zamanda sanatsever biri olan Salah Cimcoz yardım etmiş, Moda’daki konağında ona sanatını rahatça üretebileceği bir yer tahsis etmiştir.

“Salah Cimcoz Mualla’yı sanatı ve kudreti bakımından tatmin etmek için o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker ile görüştü. Bu temas sonunda Fikret Mualla’ya devlet büyüklerinin toplu halde büyük bir panosu sipariş edildi. Fikret Mualla kolları sıvayıp bu siparişin coşkunluğu ve heyecanı içinde günlerce çalıştı. Bir taraftan da içkisine devam etti.

Fikret Mualla 18, natürmortNihayet günün birinde, Kalamış’taki bir meyhanede yapılan bir münakaşadan sonra Salah Cimcoz’un evine koşup hemen hemen tamamlanmış olan portreleri jiletle birer birer kesip attı. Bıçakla portrelerin gözlerini oydu ve devlet büyüklerine uygunsuz sözler sarfetti.”(TOROS, Taha; Fikret Mualla 1903- 1967, Akbank, 1986, s.22) Yaşadığı bu olayın ardından akıl hastanesinde gözetim altında bir buçuk yıl geçirmiş ve aynı yerde tedavi gören Neyzen Tevfik ile dostluğu bu olayla başlamıştır. Yaşamı boyunca peşini bırakmayacak olan polis korku ve düşmanlığı da Fikret Mualla’nın çıkmazlarına eklenecektir.

Fikret Mualla’nın babası 1938 yılında öldüğünde artık yüklü bir mirasın sahibidir ve kendine ait bütün mal varlıklarını satarak 1939 yılında Paris’e yerleşmiş ve yaşamını Paris’te sürdürmeye başlamıştır. Paris’e gitmeden az önce Newyork Dünya Sergisi Türk Pavyonu’nun içindeki Türk Kahvesi bölümünün duvarlarına 30 İstanbul görüntüsü resmetmiştir.

Paris, Fikret Mualla için öğrenim gördüğü ya da kısa bir süre için ziyaret ettiği bir yer olmanın ötesinde, yaşadığı bir kenttir.

Fikret Mualla Sarı Elbise 1961Fikret Mualla Oyun Masası, 1960Adeta zengin biri olarak yerleştiği bu şehrin büyüsü ve eğlenceli, lüks yaşamı Fikret Mualla için oldukça kısa sürmüş ve bir süre sonra Fikret Mualla için parasız günler başlamıştır. Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı’na girmesi ve ardından Almanya’nın Fransa’yı işgali ile birlikte herkes için kötü bir dönem söz konusu olmuştur. Bu koşullarda iyi bildiği Almancası Fikret Mualla’ya yardımcı olsa da maddi sıkıntılarını hafifletmemiştir. İşte bu dönemlerde tablolarını karın tokluğuna ve günlük gereksinimlerini karşılamak üzere çok düşük fiyatlarda satmıştır:

“Paris’in Almanlar tarafından işgali yıllarında kağıt bulamayınca, gecenin karanlığından yararlanarak duvarlardaki afişleri gizlice yırtar, temiz kalmış bölümlerine yaptığı guaşları yediği yemek ve içtiği şarap karşılığında garsonlara verirdi.” (TOROS, Taha; a.g.e., s.24)

Fikret Mualla Çiçekli Kız 1961Bu yıllardan sonra da içinde yaşadığı Paris’in sokaklarını, kefelerini, insanlarını, hastanelerini, otellerini kısaca yaşayan Paris şehrini resimlerine konu edinmiş ve bunlar kendini anlatmasına aracı olmuşlardır.

Mualla, sokak resimleri, natürmortlar, müzisyenler gibi tekrar tekrar ele aldığı konularıyla anlatımcı bir resim dili ortaya koymuştur.

Fikret Mualla’nın Fransa’ya gittiği işgal öncesi Fransa sanat ortamında, 1911 yılında Almanya’da ortaya çıkan ekspresyonizm akımı kabul görmeye başlamıştır. Böylece sanatta dışavurum olanakları yeniden gözden geçirilmiş ve farklı yorumlara ulaşılmıştır.

Google tarafından eşleştirilen projeler

“Fikret Mualla’nın Aşkları

Fikret Mualla Sokak IIMualla, Hale Asaf’a gönül vermişti. Kendisinin de ifade ettiği gibi, Hale’den beklediği karşılığı görmedi. Ona göre Hale’nin sanatkar gözleri, daima Fikret Mualla’nın topal ayağına takılmaktaydı! Fikret Mualla ömrü boyunca sakatlığının ve içkili sıralarındaki çirkinliğinin üzüntüsü içinde yaşamıştı…

Hale Asaf’tan karşılık görmeyen Fikret Mualla, sınıf arkadaşlarından bir Alman kızını sevdi. Hatta kendisi, desinatör kısmındayken, sırf onunla aynı sınıfta olmak arzusu ile, atölye değiştirdi.

Sözlü gibi geziyorlardı. İstanbul’a döner dönmez, babasına bu gönül işini açacak ve Alman sevgilisi ile evlenecekti… Mualla’nın hayali gerçekleşmedi…Hayallerini gerçekleştirmeden yenik çıkan Mualla, teselliyi içkide buldu. İstanbul meyhanelerinin belli başlı müdavimlerinden oldu. Kalbi, Berlin’deki sevgilisinde kalmıştı; sinirleri bozulmuştu… Mualla hayatı boyunca bu Alman kızını unutamamış, yaptığı personaj resimlerine, zaman zaman, (Cecile) diye adlandırdığı bu kızı da katmıştır.

Fikret Mualla Balonlar 1960Mualla’nın bundan sonraki aşkı, 1940-41 yıllarında Paris’te kendisinden hayli tablo satın alan zengin bir İngiliz kadını ile olmuştur. Bu kadın, Mualla'’a acımakta , onun iyi bir sanatkar olarak zirveye çıkmasını arzulamaktaydı. Ne var ki, Mualla, bu sefer de zengin dulun, Londra'dan Paris’e gelen, genç kızına aşık oluverdi! Bunu hisseden kadın, Mualla’ya yüz çevirdi. Tablolarını almaz ve kendisine yardım etmez oldu. Mualla bu olayı anlatırken şu atasözünü eklerdi:”… Anasına bak kızını al dedik, ama Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.”

Son yıllarında Mualla’nın kadınlarla pek az ilişkisi olmuş, onlardan daima kaçmıştır. ..”

Taha Toros (1)

 

FİKRET MUALLA ANLATIYOR

ÜSERA KARARGAHI

Fikret Mualla Mavi Fonlu Sokak 1961“Ah şu insanlar ne tuhaftırlar? Hayat kazanmak, hayat kazandırmak için ne garip tecellilerle mücadele ederler.

Gözlerimizi tahriş ederek burnumuza kadar sokulup kulaklarımızı pisletecek derecede, ellerindeki eşyayı satmak için bağıran satıcılarla, sabahleyin saat sekizi zor bekleyip caddelerde, sokaklarda, pencerelerin içine doğru, apdesthaneye çıkar gibi garip garip sedalarla yestehliyen eskici ve sebzevatçı feryatlarına mı, yoksa köyünden kalkıp pis kıyafetiyle, İstanbul’un kapısında kimse kendisine ‘Hey ağam nereye gidiyorsun?’ diye sormadığından, şehirde artan işsiz serserilerle, bunlara ilave olarak hiç bir lisana benzemeyen Rum, Ermeni, Yahudi lisanlarından doğan ‘tonalite’ lere mi, yoksa bu gayrı mesul ve hilkaten hacir altındaki şehir sokaklarında dolaşan nasırlanmış ruhlarına mı kızıp yaradana sığınayım de ‘aman beni kurtarın!’ diyeyim?

Ben hürriyetimi çok severim. Bunu naçiz sükutunda bulurum. Resim yaparken, ibadet eder gibi sükuneti beynimin tepesinde, saçlarımın dibinde hissedemezsem, o zaman bilirim ki bir yanlış işle meşgulum veya işgal edilmişimdir. Bu yanlış meşguliyetten kurtulmak için gider, evvela üç beş kadeh rakı içerim. Eğer bu yanlış meşguliyet daha sürerse, fitil gibi olur, çatacak, kavga edecek adam ararım.

Herkes aşağı yukarı benim gibidir.

Fikret Mualla 19, A la Coupole, 1957Alemi nizama sokmak, fikrimden geçen şey değilse de, lafın kısası , sükutumu resmen severim ve dediğim gibi, ibadet eder gibi resim yapmayı ister, ruhi istirahatimi ancak bu tarzda temin ederim. Bu da benim hakkımdır. Bu sırada bana neler söylemezler.:

“- İşte zavallı yine resim yapıyor. Para kazanacağı yerde boyalarla, fırçalarla uğraşıyor, sonra ekmek parası bulamıyor!”

Doğru, bu bezirganların hakları var. Resim yapmak, resim yaptırmak zengin cemiyetlerin lüksüdür ve ben leblebiciler arasında bir ucubeyim. Ben bu kitle içinde onlarca bir deliyim. Nitekim bence de, beni resim yapmaktan uzak tutan herhangi bir kimse de benim düşmanımdır ve ben de ruhen fakir bir cemiyetin ve tufeyli zenginliğinin müthiş düşmanıyım.

Benim gibi düşünenler de yok değil. Onlarla buluşunca rahatım. Fakir fakat bahtiyarım. Fakat onlardan ayrılınca yalnız kalıyorum. Düşenin pek dostu yoktur Leblebistanda.

Fikret Mualla natürmort 1956Son seneler, geçen günlerim hep böyle resim yapmaktan uzak geçiyor. Naçiz benliğim kepaze oluyor. Kafam orospu çanağına dönüyor.Pek nadirden de felekten bir gün çalıp, kendimi İstanbul’ un bedesteninde, çarşısında, cami avlularında ve Eyüp mezarlıklarında bulup resim yapınca, o zaman çocukluğum canlanıyor, benliğim yerine geliyor. Ruhi banyo almış gibi rahat, sakin bir hal alıyorum. Fakat bu, çok sürmüyor. Akşam oldu mu kandimi, herhangi bir tellal vasıtasıyla kiralanmış adi bir odada, kiracılarından yaşayan adi bir evsahibeinin kira odasında bulunca, tekrar kirleniyorum. Ve pislikten nefret ediyorum. Bu pisliklerin bıraktığı ruhi esaret, izzeti nefsimi kırıyor, nefret ediyorum. Tellallarından, odalardan geçinen mahluklardan ve kendimden... Evet. Bu tarz bir cemiyette, bu zihniyette bir kitle arasında en temiz iş, şüphesiz ki bir yerde oturmamaktır. Fakat o zaman ad zülfüyare dokunur hadiseler peyda oluyor. İnsana serseri diyorlar.

Fikret Mualla 20, Çiçekli BarNe ise, lafın kısası, geçen gün felekten bir gün aşırmıştım. Koltuğumda resim cildbendi ve suluboyam, şöyle pürneşe, kendimi Nuruosmaniye camiinin avlusunda buldum. Bir kalabalık vardı. Durakaldım. Bir adam bir kartalı sağ ayağından bağlamış, bir kuruş mukabilinde niyet çektiriyordu. Her niyetten sonra da kuşa ufacık bir ekmek parçası veriyordu. Kartal şüphesiz insan gibi ekmek yemezdi. Bunu çocuklar bile bilir. Fakat herhangi bir yerde nasılsa bu asil mahluk, bu adamın eline geçip sağ ayağını bağlatmıştı. Ve gagasıyla niyet çekmesini öğrenmişti. Efendisinden ekmek yemeyi de öğrendikten sonra, asaletini kaybetmişti.

Bu kartal muazzam bir mahluktu. Herhalde çok açtı. Hem çok aç bırakılmıştı bu esarette ki, gelen geçen, kuruşu atınca niyeti çekiyordu. Efendisi de hemen önüne bir ekmek parçası veriyor, lokma daha düşmeden, soluğu kartalın kursağında buluyordu.

Fikret Mualla 21, Sokak III, 1959Muazzam ve şahane bir mahluktu bu kartal. Doğrusu onun hürriyetini çalmaya kıyamazdım. Ne güzel bir profili vardı. Çatık kaşlarının altındaki gözler:

- “Ben efendiyim, ben bu pespayelerin baziçesi (oyuncağı) olamam, ben insanların erişemeyeceği dağların üstündeki bulutların da üstünden uçmaya alışmış bir mahlukum” diyordu.

Gelen geçen çocuklar, elleriyle onun kuyruğuna dokunuyorlar, mahluku esaretinde bile rahat bırakmıyorlardı. Bu aralık bir polis, evine bir paket et almış, dönüyordu. Manzara karşısında durdu. Paketi açtı, içinden aldığı bir et parçasını kartala verdi. Kartal bu et parçasıyla biraz canlandı. Ve niyet için atılan kuruşlara bile bakmadı bir müddet. Niyetçi polise döndü!

Fikret Mualla 22, Yesil Figürler, 1959“- Çok et yer bu mahluk!” dedi.

“- Hakkıdır, bu onun gıdasıdır!” dedim içimden. “Gıdadır,”dedim. Yine içimden tabii! Eğer hürriyetini elde edebilse, o da diğer kendi cinsinden efendilerin yanına dönecekti. Bu zabunkeşlik nümunesi leblebicilerin emri altında, bu üsera karargahında, bir lokma ekmeğe bağlanıp kırtasiyecilik yapmayacaktı. Bir kartal gibi, ömrünü sürecekti.

FİKRET MUALLA

HAKKINDA YAZILANLAR

RESİM TEKNİĞİ VE SANATIYLA İLGİLİ ARAŞTIRMA VE TAHLİLLER

Paris Sokakları

Fikret Mualla 24, Mavi Bar, 1960Fikret Mualla’nın Paris ahalisini gündelik yaşamlarının koşuşturmaması içerisinde resmettiği yapıtları onun en beğenilen, aranan yapıtları arasındadır. Her yaştan, her gelir düzeyinden, her kılıkta insanı resmetmiştir bu resimlerinde sanatçı, inanılmaz bir renk ve kurgu zenginliği içerisinde. Bu resimlerin albenisinin sırrı nedir? Ressamın yakaladığı bu duyarlılığın kaynağında hangi arayış, hangi özlem olabilir?

Onun Paris günlerinin tanıklarından birisi olan meslektaşı Bedri Rahmi Eyüboğlu Fikret Mualla’nın yaşam yaklaşımını şöyle özetliyor:

“Bir ressam tasarlayın ki, aklına estiği zaman resim yapmaktan başka hiç bir şeyden sorumlu değil. Haftada üç gün aç susuz dolaşmayı göze almış: Kırlarda böğürtlen toplarcasına sokaktan izmarit toplayıp içiyor. Eşin dostun yardımıyla birkaç resim satabilirse ilk işi en sert içkilerle kafayı çekmek, en pahalı yiyeceklerle karnını doyurmak ve en sunturlu küfürlerle etrafındakileri kasıp kavurmak oluyor.” (1)

Fikret Mualla 26, Pembe Kahve, 1960Paris sokaklarındaki o oradan oraya koşuştururken şık burjuvaları, balon satın alan veya top oynayan çocukları, köpeklerini gezdiren şık kadınları resmeden kişi, aynı sokaklarda aç bilaç dolaşarak sigara izmariti kovalayan kişidir aynı zamanda... Mualla’nın eline her fırsat geçtiğinde – en azından yemek ve içmek açısından – resmettiği tüm o kişilerden daha hızlı ve fazla kendisine ikramda bulunduğunu bildiğimizden, bu Paris sokaklarında resmettiği burjuvaların yaşamına yabancı ve uzak olmadığı söylenebilir; ancak yaşamının şanssızlıklarının getirdiği mutsuzlukları alkol ile aşma niyeti onun düzenli bir yaşam sürmesini olanaksız kılmıştır.

Yine Bedri Rahmi, Fikret Mualla’nın resimlerinde ve resim yapma disiplinindeki ,yaşamının diğer alanlarında olmayan bir düzeni onun Paris yıllarında gözlemlemiştir:

Fikret Mualla Kağıt Oyunu 1960“Onun sinirlerinin ne halde olduğunu bilenler, iyi bir ressam olduğuna inananlar, her babayiğitin sineye çekemeyeceği birçok sözlerini hallerini duymazlıktan, görmemezlikten gelirler. Bir parça resim sevgisi olup da Paris’e kadar uzanan bütün hemşeriler ondan birkaç desen suluboya almışlardır. Fikret Mualla’nın odasında, bir çekirge sürüsü gibi her yanı kaplayan sefalet bulutundan tek bir şey kurtulmuş. Boya kutusu ve fırçaları. Paleti çiçek gibi tertemiz. Yenilikten gelen bir temizlik değil. İşleyen demirin pas tutmamasından gelen bir temizlik. Tüpler sevgi ve saygı ile sıkılmış. Fırçaları yokladım. Bir kısmının uçları ıslak. Bu korkunç odasının içinde boya kutusu ve fırçalar bitmiş, tükenmiş bir yüzün ortasında bir sıra inci diş gibi duruyor. Sefaletini ve kendisini unutup bu temizliğe dalıyorum:

“Demek onu hayata bağlayan incecik tel burada olmalı?” diye düşünüyorum. Boyalarına, fırçalarına daldığımı görünce: Onbeş gün oluyor. Postadan bir paket aldım. içinden bu fular, bu ceket ve boyalarla fırçalar çıkmaz mı. Londra’dan bir ahbap ressam göndermiş. – Ceketi ve fuları gösteriyor-: En iyisinden. En yumuşağından İngiliz malı. Sevincimden oturdum, ağladım..." diyor. (2), (3)

Fikret Mualla Sarı Elbise 1961Ressamın sokaklarda gözlemlediklerini ilginç kurgular ve çok değişken yaratıcı renk armonileri ile çeşitleyen yapıtları onun o günkü ruh halinin de kanıtları olarak kabul edilebilirler. Ressamın son yıllarında resimlerine günde yarım saat ile kırk beş dakika ayırdığı ve bu kısa süre içerisinde son derece hızlı guaşlarını ürettiği bilinmekte...

Bu kısa sürenin getirdiği ona özgü disiplin, resmine yoğunlaşmayı ve duraksamadan boyamayı gerektiren bir yaklaşımı da beraberinde getirmekteydi. Bellekten, imgelemden fırçanın ucuna ve kağıda dökülen “Fikret Mualla Dünyası”nın insanlarını var eden bu süreçtir.Dikkat çekilmesi gereken bir önemli nokta ise, ressamın hangi konuyu boyarsa boyasın yapıtına inanılmaz bir albeni katabilme becerisidir, bu ise hem onun yaşamını sürdürebilmesi –resimlerini satabilmesi için olmazsa olmaz bir gerekliliktir, hem de aynı zamanda onun yaşamının son anlarına kadar süreliden içindeki “sevgi Açlığı”nın da bir göstergesidir. Kendisini insanlara- özellikle kadınlara- hiç bir zaman sevdiremeyen Fikret Mualla’nın, resimleri aracılığı ile sevilmek istediği, bu nedenle bilinçaltından en azından resimlerinin sevilmesini istediği söylenebilir. Resimlerinin albenisinin ardında yatan bu acı gerçek olmalıdır...

Haşim Nur Gürel

(Fikret Mualla Kırmızı Sirk - Hokkabaz Ayı 19601) Bedri Rahmi Eyüboğlu, Delifişek, Bilgi Yayınevi, Temmuz 1975, sayfa 107.
(2) A.g.e., sayfa 111-112.
(3) Fikret Mualla’nın odasının içerisindeki en düzenli noktanın resim yaptığı alan olduğu konusunu, Paris’teki atölyesini ziyaret eden bir başka ressamdan, rahmetli Erol Akyavaş’tan da dinlemiştim. Yalnız onun anlatımında, doktorların kullandığı beyaz emaye bir sterilizi kabının kapağını ressamın palet olarak kullandığı bilgisi de vardı. HNG.

Natürmortlar

“Heykeltraş Hadi Bey bana himmet ve zahmet edüp bir hazine-i sultani kasası büyüklüğünde muazzam bir paket gönderdi: içinde halis pastırma, kuş lokumu gibi halis sucuk, kuru zeytin, kaşar peyniri, Hacı Bekir lokumu, badem ezmesi, bergamut reçeli ahırında beş on paket de memleket cigarası vardı. Ben ihya oldum bittabi.eksik olmasın. Hem ramazanlık, hem bayramlık bir kasa mevad-i gıdaiye. Yavaş yavaş yiyorum, çünkü son derece gıdalı şeylerdir. Bana da yasaktır. Abd-i acizde tension ikide bir 24-25’i buluyor. Bol ilaç da almıyor değilim. Mamafih Hadi bey beni ihya etti. Tam 25 senedir pastırmaya hasretim.(Reillane, 17.5.63)” (1)

Fikret Mualla Vazoda Çiçekler“… Bugün seni fena halde andım. Lahana ve pırasa ile bir kapuska yaptım. Ah Abidin burada olsa dedim. Harika idi kapuskam, boru değildi. Böyle kapuska daha dünyada yapılmamış bir harika idi.(Reillane, 2 Aralık 1963)” (2)

“Gelgelelim Güzin hanım’ın yemekleri birer şaheserdir. Güzin Hanım haklı. Antibes’teki patlıcan tadı elan damağımdadır…(Reillane,1965)” (3)

Fikret Mualla’nın mektupları ve yakın dostlarının anlattıkları onun “gourmet” yanının kanıtları olmaktadır; bu nedenle onun natürmort konularının daha sonraki övenlerinde yiyip içeceği nesneler olması bizi şaşırtmamalıdır. Usta ressamın son yıllarına dek kendi çapında bir “chef” olarak mutfağında kendisi için özel tatlar peşinde koştuğunu, ender ziyaretçilerini ağırlamak için yemekler yaptığının yine mektupları aracılığı ile öğrenmekteyiz. Anlaşılmaktadır ki, başka ressamlarla da paylaştığı yalnızlığını daha katlanılabilir kılabilmek için Mualla yemek yapmak, sınırlı sayıda dostu ile yazışmak, tek tük komşusu ile görüşmek konularını da değer verdiği törensel ritler olarak görmekteydi.

Fikret Mualla 1, Yemek, 1940Yapmayı düşündüğü yemek için alınan, seçilen malzemenin önce resim kompozisyonları olarak biraraya getirilip, renk armonileri içerisinde görsel bir uyuma ulaştırıldıktan sonra, bedenin gereksinmeleri için yine el becerisinin ve belleğinin yardımı ile bu kez tadım duyularının zevkine uygun olarak yemek yapılıp yenmeleri de belki çekici gelmekteydi ona... Çok az sayıda çiçek resmi dışında sanatçının natürmortlarının büyük bölümünün konularını sebze ve meyvelerin ve şarap şişelerinin oluşturması belki de bu nedenledir. Ressamın 1940’lardam son yıllarına değin arada ele aldığı “sandalye” temasının ipuçlarının birisi , sandalyelerin onun gündelik yaşantısındaki önemli konumunu gösteren, aşağıdaki alıntıda bulunabilir, bir başkası da belki bir başka usta ve yalnız ressamın(Vincent van Gogh) benzer bir yapıtının etkisinde aranabilir…

“Bir iskemlenin sırtına bir mukavva dayayıp öyle resim yapıyordu. Yanı başında bir başka iskemlede bir enginar, domatesli bir pilav, bir bardak kırmızı şarap, bir sigara, dalıp gitmiş ressama eşlik ediyorlardı. Odanın ortasındaki büyük masanın üstü karman çormandı. Yayları görünen delinmiş bir koltuk tahtıydı onun. Kaminoto ocağında bir parça rizotto pişiriyordu. Uğrayacak bir dosta sunulmak üzere. Büyük aynanın çerçevesine fotoğraflar, anılar sıkıştırılmıştı. Kışın, soba boğucu bir sıcaklık yayıyordu içeriye, o döküm rengi kızıla dönüşüyordu. Mualla’nın üzerine düşmesinden korkuyorduk. Çünkü az önce belirttiğim gibi yürümekte çok güçlük çekiyordu.” (4)

Fikret Mualla Gitarlı Kompozisyon 1940Sonuç olarak tüm yalnız büyük yaratıcılar gibi Fikret Mualla da, çileli yokluklarla dolu yaşamını kendisi için olabildiğince katlanılabilir kılabilmek için elindeki olanakları kullanmak çabasının belgeleri olarak da görülebilir onun natürmortları, uzak düştüğü ülkesinin ve onun anılarını en azından tadları aracılığı ile yakalayabilmek çabasının da… O sıradan kabak, elma, şişe resimlerinin, o rengarenk insanı yaşam sevinci ile kıpırdatan resimlerin ardında, ülkesinden yıllardır ayrı, korkular ve kuşkular ile dolu benliğini yemek ve içki ile teskin etmeye çalışan yalnız, yaşlı ve hasta bir adamın olduğunu anlayabilir miydik, mektupları olmasa? Fikret Mualla’nın natürmortları, onun en sıradan ama onun için sırasında en elzem, onun için en vazgeçilmez nesneleri konu alan resimleri ve belki de onun dramını en iyi ele veren yapıtları, mektuplarının satır aralarını okuduğumuzda…

Haşim Nur Gürel

(1) Fikret Mualla, Dostlara Mektuplar; Yapı Kredi Yayınları, sayfa 106-107
(2) Fikret Mualla, Dostlara Mektuplar; Yapı Kredi Yayınları, sayfa 120
(3) Fikret Mualla, Dostlara Mektuplar; Yapı Kredi Yayınları, sayfa 135.
(4) Fikret Mualla, Dostlara Mektuplar; Yapı Kredi Yayınları, sayfa 144-145. Reillane Köyündeki komşusu Viwehl Michel’in Abidin Dino’ya yazdığı mektuptan.

Manzaralar

Fikret Mualla Gitar Çalan Adam, 1945“… Fikret Mualla’nın resimlerine bakarken Toulouse-Lautrec’de başlayıp Bonnard ve Vuillard’da, bir bakıma Amerikalı Wisthler’de de süren “Japonisme”i de düşünebiliyoruz. Rönesans geleneklerine sırt çeviren bu çağdaş Avrupa’lılar, heyecanı, Doğu ve Uzakdoğu uygarlıklarında aramışlardı. Bir Matisse, İran ve Türk sanatını izlemiş, Lautrec, Bonnard ve Vuillard Japon Estampalarını Paris’te moda etmişlerdi. Figürleri yarım göstermek, aşağıdan ya da yukardan kesmek, planları kuşbakışı görmek, ışık ve gölge oyunlarını en aza müzikmek, Japon resminden aktarılan başlıca teknik özelliklerdi.

Şimdi, Mualla’nın sanatını incelemeye başlarken yukarıda saydığım etkilere, benzerliklere kimi hayranlarının gocunmasına şaştığımı söylemem gerek. Hangi usta, sanat tarihi içinde, kendisinden önce gelenlerin ya da çağdaşlarının etkisi altında kalmadı? Kişilik denilen büyük meziyet, birikmiş bir göle bir tas su katmaktan ileri gider mi? Bunu da yapabilene ne mutlu! Fikret Mualla’nın Toulouse Lautrec ya da Van Gogh’un etkisi altında kalması onu neden küçültecekmiş?

Fikret Mualla 4, Balkabaklı natürmort, 1945Bir de, en önemlisi, bir “grafik” ressamı olması var. Mualla’ya izafe edilen grafikçiliği yersiz bir sınıflandırma bulanlar, herhalde, grafik ressamlığının ne olduğunu bilemeyenlerdir. Yunancadan gelen “Graphisme” sözcüğü çizgi yolu ile elde edilen sonucu gösterir. Grafizmi güzel bir ressam demek, çizgisi, deseni güzel ressam demek olduğu gibi Grafik sanatlar demek, çizginin, çizgi tertip ve düzenlemelerinin egemen oldukları sanat demektir. Işık-gölge oyunlarını ön plana almış olan ressamlar, sözgelişi bir Rembrandt, bir Leonardo’nın yanında bir Botticelli ya da bir Mantegna çizgiye büyük önem vermişlerdi. Ve bunlar, hele desenlerinde, birer usta grafikçiydiler.

Çağdaş sanat gelince, belli başlı grafikçileri sayayım: Başta Toulouse-Lautrec olmak üzere Stenlein, Forain, Rafaelli, Pascin, Foujita, Hayter, daha niceleri.

Grafikçi, ressamın teknik özelliğine gelince: Bu ressam ya doğrudan doğruya gravürcüdür, yani gravür sanatının çeşitli tür ve tekniklerinde çalışarak tahta kazısı, muşamba, çinko kazısı, litografi – taş üstüne resim – yapar ya da bunlarla ilgilenmez ise, resimlerinde deseni egemen kılar ve bu deseni suluboya, guaş, renkli mürekkep gibi hafif boya araçları ile örter. Daha doğrusu örtmez; çünkü ne suluboya, ne guaş, ne de renkli mürekkep ve kalemler resmin çizgi iskeletini örtecek ağırlıkta değildirler. Yine Toulouse-Lautrec’de desen örgüsü, çizgi iskeleti belli olmayan resim yok gibidir ve onun başlıca özelliği, kişiliğinin derinlemesine açıklandığı bölüm şahane grafizmidir. Lautrec o derece grafik bir ressamdır ki, suluboya, guaş, renkli mürekkep ve kalem gibi araçları kullanmayıp yağlıboyaya başvurduğu tablolarında bile ya boya katlarının inceliğinden ya da desenin belli olmasını her şpeyden üstün tuttuğundan o “Japonkari” çizgisi apaçık belli olur.

Fikret Mualla Auvers-sur-Oise, 1949Grafikçilik planında aynı karakteristikleri, ama ayrı bir ruh ve duygusallık içinde Japon Foujita’da görüyoruz. Foujita bembeyaz fonlar üstüne eski Japon “kakemono”larını hatırlatan bir kesinlik ve zariflikle çizdiği desenleri bir esinti kadar hafif renklerle örter. Yüzde yüz grafik olan Japon geleneği bunu emreder.

Bu konuyu daha fazla uzatmamak gerek. Grafikçi ressamlar üstünde böyle uzunca durmamın nedeni, Mualla’ya grafik ressam denilince gocunanlara cevap içmüzik. Yoksa, o yanlış anlamalar olmasa Fikret Mualla’nın grafikçiliği sanıldığı gibi bir küçümseme değil, aksine, bir övme niteliğine kolayca bürünürdü. Böylece, belirsiz kalan bir noktayı aydınlatmış olduğumu sanıyorum.

Aydınlanma ama, Fikret Mualla’nın neden bir desenci, suluboyacı olup uzun uzun düşünülmüş bir tablo ressamı olmadığı üstünde de durmak faydasız değil. Kuşkusuz, grafik bir sanatçı olmak her şeyden önce bir mizaç işi. Braque’ın dediği gibi, ressam istediğini değil, yapabildiğini yapar. İstediğini yapmak bir entellektüel zorlama, yapabildiğini yapmak da içgüdü işidir. Ona göre Mualla’nın doğuştan desenci ve grafikçi oluşunun elbette ki birtakım psikolojik nedenleri olsa gerek. Bunları elimizden geldiği kadar incelemeye çalışalım.

Fikret Mualla Hayvan Etütleri 1950Ama ilkin desen, suluboya, guaş, renkli mürekkep gibi gereçlerle yağlıboyayı karşılaştıralım. Füzen, kurşunkalem ya da fırça ile desen çizdikten sonra o deseni suluboya, guaş, renkli kalem ve mürekkep ile örtmek yağlıboyaya kıyasla çok başka sonuçlar verir. Bir kere bu teknikler daha kolay demeyeyim de, uygulanmalarında daha rahattır. Su ile karıştırdıkları ve terebantin, yağ, vernikler gibi maddelere bulaşmadıkları için şeffaflıkları bozulmaz. Çabuk çalışılmaları gerekir. Suluboyayı kağıda süren fırça bir an için olsa duraklayamaz, yoksa hemen bir leke peydahlanır. Guaş, suluboyaya kıyasla daha kalınca olduğu halde yine parlak, şeffaf bir hamura sahiptir. Bunlara karşın yağlıboya, ağırlığı, kat üstüne kat sürülebilmesi, güç kuruması, kusurlu bir teknikle sürüldüğünde kararıp çatlaması ve buna benzer nice tehlikeleri ile kullanılışı hayli çetin bir gereçtir.

MUALLA’YA GELİNCE, hafif gereçleri kullanan ressamlarda görülen özelikler onda da görülür: Resimlerinin çabuk, birer ikişer saatlik süreler içinde, belki de daha çabuk yapıldıkları belli. Bunu yazarken hemen ilave edeyim ki bir resmin yavaş ya da çabuk yapılması ile değeri, ağırlığı arasında hiçbir ilgi yoktur. Nice uzun çalışılmış resimler değersiz, nice çarçabuk çıkıvermişler ilginç, zengin, anlamlıdır…” (*)

(*) Nurullah Berk/Orhan Koloğlu; Fikret Mualla, Hayatı, Sanatı, Eserleri, Milliyet Yayınları

*************************************************

Hayvan Resimleri

Fikret Mualla Chianti Siseli natürmort 1952“Fikret Mualla’nın hayvan resimlerinin hemen hemen tümü, onun sanatında temel bir dönüşüm tarihi olarak gördüğüm, 1950’lerden sonra gerçekleştirilmiş. Büyük bir bölümü, küçük boyutta ve guaş. Sanatçının, bu döneminde gerçekleştirdiği, çıplaklar, portreler, nature-morte’larla aynı dilden konuşuyor bu resimler. (…) Fikret Mualla’nın hayvanları, düpedüz hayvan. Hiçbir simgesel, allegorik, gerçeküstücü, fantastik, düşsel yanları yok. Fikret Mualla’nın “hayvanat bahçesi”ne baktığımızda, bir tür zenginliği ile karşı karşıya değiliz. Maymunlar, ayılar, boğalar, ördekler, hindiler, kazlar, tavuklar, papağanlar… Bunlardan kimilerini (papağanlar, Tokat tavukları, hindiler) çok sık resmetmiş. Zürafa, devekuşu gibi hayvanlar ise daha az. Fikret Mualla’nın “hayvanat bahçesi”ni oluşturan bu resimler, yakından incelendiğinde, aynı dönemde (hatta belki aynı günlerde) yaptığı , yosma, portre, sokak, bar, bordel, nature-morte resimlerinden farklı bir anlatımla karşı karşıya olmadığımızı görüyoruz. (…) Fikret Mualla’nın bu renkli “hayvanat bahçesi” resimleri, sanatçının yaşamı bilindiğinde, şaşılası bir denge, tutarlılık ve bütünlük gösterir.” (1)

Fikret Mualla’nın konularına yaklaşımı konusunda – Ferit Edgü’nün yukarıda düşüncelerini tamamlayan - bir ilginç yorum da Reillane’daki komşusu Viwehl Michel’in Abidin Dino’ya yazdığı bir mektubunda dilegetirilmiştir: “Mualla, Reillane’da yalnızca çevresinde gördüğü şeylerden “esinlenmedi”, burada yaptığı resimlerde geçmiş ve şimdiki zamanı birbirine karıştırırdı. Nostaljik anılarını resmetti. Konuları raslantısal karşılaşmalar, sokakta, bistroda, kahvede onun düş gücüyle birleşip genellikle kağıt üzerinde pek az da tuvalde yansıdılar. Böylece Reillane’da ördekler, Seine nehrinden Notr Dame’a doğru yüzdüler. Köyün bistrosu, Paris’in bir bistrosuna dönüştü. Bir Alman, ya da bir Türk, bir barmen, bir yosma, küçük bir kaniş, bir boyacı, vitrinin önünde durup masmavi bir göğün altında Reillane’da, Paris’in Saint Denis mahallesini seyrettiler.

Fikret Mualla Ördekler 1953Seyyar manavlar, dansözler, zenci müzisyenler, ellerinde bir ipe bağlı balonla yürüyen çocuklar, Luberon önündeki küçük evi doldurup taşırdılar. Bahçe duvarının dibindeki çiçekler, Mualla’nın atölyesinin güneşi oldular.

Onun renkleri hiç bir zaman bayalığa düşmedi. Işıldayan, parıldayan ince değerlerden oluşan kırmızıların, mavilerin, morların tüm ağır basmasına rağmen, sağlam deseninin birer parçası oldular. Mualla, Kandinsky, Klee, Pascin, Toulouse-Lautrec, Bonnard, Vuillard’ı sevdi. Onların sunduğu güzellikleri duyup fakat kendi duyarlılığını ortaya koymak için bir atlama tahtası olarak yararlandı.” (2)

Fikret Mualla’nın hayvanları konu alan resimlerini değerlendirirken eklenebilecek bir başka bakış açısı da, bu resimleri annesini kaybetmeden önceki masum çocukluk günlerine yönelik anımsamalar olarak görmektir. “Devri saadette, bu dediğim 1910- 1915 tarihinde idi. O zamanı Kalamış-Modası bugünkü gibi gözümün önündedir. Şimdiki Moda’yı ne de Kalamış’ı artık görmek istemem… Hatıralarımı rencide eder. 1915 idi. O sahiller bakirdi… Tarlalarımız yeşildi. İlkbahar olur olmaz yeşil baklalar semtimizdeki tarlalarda açardı. Her zaman olduğu gibi geçirdiğimiz günlerin güzelliğini takdirden acizdik.… Hatıraları fakir kafamda bakidir el’an, o eski günleri hatırlamazsam esasen yaşayamam.” (3)

Fikret Mualla Kağıt Oyunu 1955Görülmektedir ki, Fikret Mualla’nın resimlerindeki ördekler aslında çocukluğunun Kurbağalıderesi’nde yüzerler; en çok resmettiği tavuklar, horozlar, hindiler ve Tokat tavukları ise yine aslında çocukluk evinin bahçesinde veya kümesinde gezinirler. Bu açıdan diğer resim temalarını ele alış yaklaşımından – gündelik yaşamındaki gözlemlerden ivme almazlar - Ferit Edgü’nün dilegetirdiği bütünlükten ayrılırlar, her ne kadar resim dili açısından diğer konuları ele alışı ile bir bütünlük gösterseler de… Fikret Mualla’nın “Hayvanat Bahçesi” aslında onu zaman zaman çektiği her türlü acıdan kaçmak sığındığı kendi deyimiyle “devri saadet” döneminin “cennet bahçesi”dir. Her bir hayvan resmini boyarken sanki bir zaman makinesini binerek elli sene öncesinin Kalamış-Moda’sına gidebilmek dürtüsüdür onu bu sayısız kuş, ördek, hindi, tavuk resimlerini çizip, boyamaya iten…

Haşim Nur Gürel

(1) Ferit Edgü, Fikret Mualla’nın Hayvanat Bahçesi, P Dergisi Güz 2001 sayısı.
(2) Fikret Mualla Dostlara Mektuplar, YKY, Ekim 1995, sayfa 146- 147.
(3) Nurullah Berk – Orhan Koloğlu; Fikret Mualla Hayatı, Sanatı, Eserleri, Milliyet Yayınları Sanat Kitapları Dizisi:3, Ekim 1971, sayfa 12.

**************************************************

Paris Barları ve Bistroları

Fikret Mualla Sokak I 1955Fikret Mualla’nın en önemli temalarından birisidir, “Barlar ve Bistrolar”. Ressamın yaşamında baş köşelerden birisine kurulan “alkol”e kavuşabildiği, parasız kaldığında da tanıdık bar ve bistro patronlarına birkaç kadeh içki karşılığı trampa ettiği resimleri sayesinde içki içebildiği, münzevi yaşantısının öncelikli sosyal alanını ve boyutunu oluşturan onun için belki de en önemli mekanlardır.

Mualla’nın özellikle barlarında üç bölgeli bir yapı – kompozisyon kurgusu – dikkati çeker. Merkezi öğe öngörülebileceği biçimde “bar tezgahı”dır; onun sağında, solunda veya altında, üstünde “müşterinin bölgesi” ile “barmenin veya barmaid’in bölgesi” yer alır. Genellikle eğri hatlı veya dairesel bar tezgahları resme derinlik kazandırdıkları gibi, resimlerin diğer önemli öğeleri olan insan figürlerinin etrafına/çevresine yerleştirildikleri yapıtın ana omurgaysını da oluştururlar.

Ressamın “Bar” temalı resimlerinde dikkati çeken bir yaklaşımı da çoğunlukla bir veya iki “barmaid”in bar tezgahının arkasında olduğu bar görünümleri çizmesidir. Tek tük rastlanan “barmen”li yapıtlarının ise “barmaid”li resimleri kadar albenili ve ilginç olmadığı söylenebilir. Ressamın bazen tezgah arkasında “barmaid”in yanında resmettiği küçük çocukların veya köpeklerin ise belli bir bardan esinlenilerek gerçekleştirilmiş betimlemeler olduğu düşünülebilir. Bar resimlerinde figür eşleşmelerinin incelenmesi de dikkat çekici yorumlara yol açabilir: “Barmaid ve Bir Adam”,” Barmaid ve Kadın”,” İki Barmaid ve Adam”, “Barmen ve Adam”, “Bar Tezgahının Gerisinden Müşteriler”, “Tezgahın Arkasında Barmaid”, “Tezgahın Arkasında İki Barmen ve Gerideki Müşteriler”, “Barmaid ile Kadın ve Erkek”, “Tek Başına Barmen” olarak sıralanabilecek bu bar tezgahı merkezli figüratif kurgular, etkileyici renk seçimlerinin ve zengin ton çeşitlerinin katkısıyla da izleyicilerin belleklerine kazınmalarını sağlayacak bir güce erişirler.

Fikret Mualla Kahvede Üç Kişi 1955Ressamın genellikle çarpıcı kırmızı, mor, çivit mavisi ve kobalt mavisi tonlarında boyadığı, kağıt alt zemin yüzeylere kuruduktan sonra siyah veya zemin renginin açığı veya koyusu tonlar ile resimlerin desenleri çizilmektedir; sonra da istenen alanlar yerine göre zıt veya zemindeki rengin ara tonlarını elde etmek için beyaz, sarı, pembe ve turuncu üst boyamalar yapıldığı, karşıt ve uyumlu armonilerinin eşsiz çeşitlemeleri ile sonuçlanan bir “tarz” veya “usul” geliştirmiş olduğu söylenebilir. Önemli olan büyük çoğunluğu son derece hızlı üretildikleri izlenimi veren bu yapıtlar, bu süreci yansıtan, bir dinamizme, çoşku ve tazeliğe sahiptirler.

“Bistro” resimlerinde ise, masa başında oturan kadınlı erkekli gruplar genellikle ön plandadırlar; geride genellikle düz bir bar tezgahı arkasında barmen veya barmaidler ve önündeki müşteriler resmedilerek resme derinlik sağlayan bir ana kurgu seçiminden söz edilebilir. Geri plan ile ön plan arasına bazı yapıtlarda yerleştirilen servis yapan çoğu kez beyaz ceketli ve siyah pantolon giymiş garsonlar bu iki planı birbirine bağlayan ara unsurlar olarak kullanılmışlardır.

Fikret Mualla Pazardan Dönüş 1956Fikret Mualla gibi parası olduğunda(veya bazen parası olmadığında da dayak yemeyi göze alarak) “dipsomanik” biçimde sonuna kadar içen ve yiyen bir insan için bu olanağın ona sunulma olasılığını barındıran bu yerlerin– içki, yiyecek ve resim satın alma gizilgücü olan resim müşterilerinin de bulunma olasılığına sahip olmaları açısından- onun tarafından sıradan insanlara gözüktüğünden çok farklı değerde algılandığı söylenebilir. “Bar” resimlerinde çok belirgin bir biçimde resim düzlemini ikiye bölen bar tezgahı sanki bir anlamda onun isteklerine set vuran toplum kurallarını ve onun ürettiklerine değer vermeyen veya tablolarından hak ettiğini düşündüğü adil payları kendisine ödemekte ona karşı nekes davranan küçük burjuva yaşam felsefesinin koruyucu sur duvarı gibidir. En yaygın temalarından biri olan kadın “barmaid”in içki servisi yaptığı yalnız erkek bar müşterisini birbirinden ayıran bar tezgahı ise, bir anlamda Mualla’nın sevdiği kadınlara hiçbir zaman ulaşamamasını nedeni olan talihsizliklerin resimlerindeki alegorik karşılığı olarak da, sanatçı ile karşı cins arasındaki aşılmaz engelin de bir simgesi olarak da görülebilir, üzerinden sunulan içkiler ile her tür mutsuzun “gamını dağıtma” ve aralarında yeni dostlukların yolunu açma işlevini de üstlenen bu “bar tezgahları”…

Mualla’nın daha çok sayıda insan figürüne yer verdiği son dönem bar ve bistro konulu yapıtlarında bu değindiğim iç dünya yansımaları, pek görülmezler; bu da sanatçının yaşamının son döneminde artık içindeki yaşam dürtüsünün, çoşkunun düşüşe geçtiğine bağlanabilir.

Fikret Mualla Bistroda 1956Toplu olarak değerlendirildiklerinde Fikret Mualla’nın yaşamının en önemli tutkularının mekanlarıı olan “Barlar ve Bistrolar”ın resim yorumlarında onun bu tutkularının izlerini yakalayabilmek ve onun yalın ancak yaratıcı, sınırlı renkli ancak cesur armonilerinin – bir “bar”da nadide bir şarabı yudumlar gibi – tadına varabilmek ve yüzüncü yaşında onu saygı ile anmak gerekir…

Cazcılar ve Kağıt Oynayanlar

“Müzisyenler” ve “Kağıt Oynayanlar” ressamların her çağda ilgi duydukları konulardır. Cezanne’ın “Kağıt Oynayanlar”ı ve Degas’ın orkestra çukurunda resmettiği müzisyenleri konu alan yapıtı hemen anımsadığımız bu tür örneklerdendir. Fikret Mualla da bu konuların büyüsüne kapılanlar arasındadır; ama o İkinci Dünya Savaşı’ndan sonrasında Amerikalı müzisyenlerin daha özgür ve canlı entelektüel ortamı nedeniyle Fransa’yı yeğledikleri dönemde “Caz’ın Altın Çağı”nı Paris’te yaşamış olmanın ayrıcalıklı konumuna da sahiptir.

Fikret Mualla natürmort 1956Ressamın yapıtlarında resmettiği - hemen hemen tümü zenci – müzisyenlerin, çoğunlukla “mavi” (“Blues”a atıf…), mor ve yeşil fonlar üzerine çalışılmış ve bazen de siyah/beyaz armonide füzen ile gerçekleştirilmiş tasvirlerinde coşkulu bir atmosfer duygusu başarı ile yakalanmıştır. Mualla’nın müzisyenleri savaşın bitmesinin ve acılarının yavaş yavaş aşılmaya başlanıldığı bir dönemin umudunu taşıyan, insanın Dionizos yanını öne çıkaran “yaşam sevinci” ile dolu işlerdir. Desen ve gözlem ustası Fikret Mualla, bu siyah/pembe tenli, kırmızı/mor dudaklı, genellikle beyaz gömlekli, siyah veya koyu renk giysili müzisyen gruplarının çaldıkları müziği yansıtan ritmi de yakalayarak resmeder.

Saksofonların, trombonların, klarnetlerin sarıları kadar devrin modası siyah/beyaz ayakkabılar, işli göz alıcı yelekleri de onun kurgularının vuruculuğunu, resimlerinin albenisini arttırmakta ustalıkla kullandığı renk odaklarıdır. Tüm bu yapıtlarında dikkati çeken en önemli konu sanatçının özenle seçilmiş ve boyanmış kendine özgü bir fon rengi üzerine duraksamasız fırça darbeleri ile tek bir renk kullanarak çizdiği müzisyen figürlerinin yüzlerine, ellerine, giysilerine, ayakkabılarına üzerinde çalıştığı konunun/resmin istediği ölçüde renk benekleri ve lekeleri katmasıdır. Resmin tüm bölgelerinin boyandığı, alt fonun kapatıldığı resimleri olduğu gibi bir iki noktasına veya tek bir figüre dokunmakla yetindiği çok sayıda “Cazcı” resmi de vardır.

Fikret Mualla 19, A la Coupole, 1957Neticede toplu olarak değerlendirildiklerinde Mualla’nın “Cazcılar”ı duyumsanarak ele alınan bir konunun ne denli farklı yaklaşımlarla ele alınabileceğini ve ressamın bir dönemin, bir kentin, bir tarzın nasıl belleklerde iz bırakacak biçimde ele alınabileceğini gösteren ilginç temalarından biri olarak anımsanacaktır.

“Kağıt Oynayanlar"daki insanlar ise, bütünüyle farklı, hatta karşıt duygular içerisinde bie masa etrafında “oyun tutkusu”, “kumar tutkusu” ile bir araya gelmiş küçük tanıdık topluluklarıdır. Kumar tutkusunun, bencilliğin, karşısındakini alt edip, kandırıp, yenip ceplerini boşaltmak peşindeki Paris’li küçük ve büyük burjuvaları bazen burunlarının dibine kadar yaklaştırdıkları iskambil kağıtları ile resmeden Mualla, onları inceden inceye hicveder, ve bir anlamda dalga geçer bu oyun tutkunları ile…

Ne var ki, ressam kadınlı erkekli kağıt oynayanları, farklı renkli örtülerle boyadığı oyun masalarını, geri plandaki genellikle yuvarlak ışıkları ve masaya açılmış veya elde tutulan iskambil kağıtları öğelerini ustalıkla resim yüzeyine dağıtarak çarpıcı ve zıt armoniler kullanarak yakaladığı unutulmaz imgeler ile kalıcı çarpıcı görsel yaratılar gerçekleştirmeyi başarmıştır.

Fikret Mualla 20, Çiçekli Barİnsan… Mualla’nın yapıtlarının ana konusu tüm duyarlıklıkları ve vurdumduymazlıkları, tüm bencilliği, yaşam coşkusu ve hüznü ile insandır… “Cazcılar” ve “Kağıt Oynayanlar” resimleri de, onun hem sıradan hem sıra dışı yaşam öykülerinin aktörleri veya aktrisleri hemcinslerini nasıl bir ince dikkat ve merak ile izlediğinin kalıcı belgeleri olarak da değerlendirilebilecek, ama en önemlisi onun ressam olarak ustalıklarını üst düzeyde sergilediği, tartışılmaz albeniye sahip yapıtlar gerçekleştirmesini sağlayan iki önemli tema olarak anılacaklardır.


Haşim Nur Gürel

**************************************************

Aykırı İşler

Fikret Mualla 21, Sokak III, 1959Sanatçının yaşayabilmek için pazarın taleplerine göre de çoğalan tematik resimlerinin dışında kalan “Aykırı Yapıtlar”ı aslında onun kimliğini daha fazla ele veren yapıtlarıdır. Bu hem seçilen konular açısından, hem de bazı yapıtlarındaki resim dili araştırmaları açısından da söylenebilir. Bu yapıt seçkisinin metninde ise, Nurullah Berk’in sanatçıya yönelik eleştirilerine(1) ve onun savunusunu yapan Abidin Dino’nun görüşlerine yer vermenin uygun düşeceği görüşündeyim. Sanatçının

“…Mualla, 19.12.1957’de bayan Bolin’e yazdığı bir mektupta biraz yakınıyor: “Sanat bakımından, ilave edeyim ki bana yapılanlardan utanıyorum; bana yapılanlardan. Evet. Fakat yazmayacağım. Evet.” (2)

“Fikret’e bir ömür boyunca musallat olanlar hala susmadılar, bugün bile susmazlar kolay kolay: ”Orhan Koloğlu’nun önceki bölümde belirttiği gibi Mualla temel kültürden yoksun olduğundan, Mustafa Kemal devrimlerini değerlendirmiyor(3), Türkiye’nin başardığı hamle ile ilgilenmiyordu. Paris onu büyülemiş, memleketi unutturmuştu…” Dahası var: “Bu örneklerden çıkan anlam Mualla’nın memleketinde kök salmayışı, yabancı kalışıdır.” (…) “Böyle bir ruh haleti içinde Mualla, resimlerinde, memleketini, kültürünü nasıl getirebilirdi? Nitekim getirmedi. Ayasofya’dan, surlardan, meyhane ve kahve tiplerinden seçilmiş konulardı ama o ateşli çalışışında Batıdan ayrılmak isteyen bir üslûp araştırması sezilmiyordu.”

(…) “Paris’te başlayan devreden ölümüne kadar Fikret Mualla, Avrupalı bir ressam kaldı.” (…) “Mualla damgası kolaylıkla okunabilir ama onu, Avrupa resminin dışına çıkartıp Türk’e has bir üslûbun temsilcisi olarak nitelendirmez.” (…) “Mualla’nın hemen bir ömür boyu Türkiye’den ayrı kalmış olması, üstelik Türkiye’yi hatırlatacak bir temel eğitimden yoksun oluşu onu bir evrenselliğe götürmüştür.” (…) “Natür mort, cansız tabiat, Mualla’nın çok seyrek başvurduğu bir tür.”

Daha daha:

“Mualla’nın resimlerinde kadın, bar orospusu da olsa, her hangi bir nesne gibi çizgi ve renk toplamından ileri gitmez.”

Bütün bu sözler herhalde anladınız, Nurullah Berk’in Fikret Mualla üzerine yazdığı kitaptan alıntılar! Türk’e has üslûptan yoksun, Türkiye’yi hatırlatacak temel eğitimden yararlanmamış, ne “natür mort” türünü geliştirmiş, ne de kadını yansıtmış bir ressammış Fikret Mualla…

Lafı uzatmaya gelmez, benim tanıklığımla Berk’in tanıklığı arasında birini seçin. Hem de görünen köye kılavuz istemez, uzun söze gerek yok, kitabımızdaki resimlere bakın kendiniz karar verin…

Özetliyorum düşüncemi: Fikret Mualla “Türk’e has” resim anlayışını, folklorcu bir tutumla değil, yaratıcı katkılarla geliştirmiştir.

Bilen bilir, Fikret Mualla “nature mort” türünde yüzlerce birbirinden güzel eser vermiştir.

Fikret Mualla, Türk resminde duygu ve bilgiyle kadını, kadınlığı yansıtmıştır. Demek istiyorum ki yeni Türk resmi, geçmişin taklitçiliğiyle bağdaşmaz. Gelenek dediğimiz şey, daima yenilenen katkıların, daima yenilenen toplamı sadece…

Fikret, özgür ve gerçek bir yaratıcı olmuştur. Ressama adanmış görünen bir kitapta, Nurullah Berk’in gerçeklere bunca aykırı yargılar yayınlaması bile, Mualla’nın ömrünü zehir edenlerin kimliğini yeterince açığa vuruyor.” (3)

Haşim Nur Gürel

(1) Nurullah Berk - Orhan Koloğlu; Fikret Mualla Hayatı. Sanatı. Eserleri, Milliyet Yayınları Sanat Kitapları Dizisi: 3,Ekim 1971, sayfa 78-80
(2) Fikret Mualla - Dostlara Mektuplar; Hazırlayan ve Sunan Ferit Edgü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul Ekim 1995, sayfa 44.
(3) Abidin Dino alıntının yapıldığı yapıtında bu cümleden sonra şu dipnotu vermekte: Fikret Mualla’nın Almanya’da yayınlanmış mükemmel bir yazısı bu yargıyı yalanlıyor. (“Der Guerschmitt”. Berlin 1928. Sayı 7)
(4) Abidin Dino - Ara Güler; Gören Göz için Fikret Mualla, Cem Yayınevi, İstanbul 1980, sayfa 93-94.

Biyografi

Fikret Mualla Saygı İstanbul'da doğdu.

Küçükken geçirdiği bir kaza sonucu topal kalması ve annesinin ölümünden sonra babasının yeniden evlenmesi gibi olaylar onun sinirli ve uyumsuz bir çocuk olmasında rol oynadı.

Saint Joseph Fransız Okulu'ndan sonra bir süre

Galatasaray Lisesi'nde okudu, ama okulu bitiremeden mühendislik eğitimi yapması için Almanya'ya gönderildi.

Almanya'nın çeşitli kentlerinde dolaştı, İsviçre ve İtalya'ya gitti, müzeleri gezdi.

Resim yeteneğinin farkına vararak kısa zamanda sağlam bir desen bilgisi edindi.

Başarılı resimlemeler, moda çizimleri ve gravürler yaptı, desenlerini en gözde Alman dergilerine kabul ettirdi.

Babasının mali durumu bozulup para gönderemez hale gelince bir Mısırlı prens, onun yirmi beş yaşına kadar Almanya'da kalmasını sağladı.

Fikret Mualla 1928'de aşırı alkol tutkusu nedeniyle bir süre hastanede tedavi gördü.

Daha sonra Almanya'dan Fransa'ya geçti,

Paris'te Montparnasse ve Saint Germain gibi sanat çevrelerinde yaşadı.

Orada, Andre Lhote'un atölyesinde çalışan Hale Asaf'la tanıştı.

Paris'te sürekli resim yapan Fikret Mualla bir süre sonra parasızlık nedeniyle Türkiye'ye döndü.

Geçimini sağlamak amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı'na yaptığı başvuru üzerine 1934'te Ayvalık Ortaokulu resim öğretmenliğine atandı, ancak kısa bir süre sonra bu görevinden istifa etti.

İstanbul'da Lüküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetler için kostümler çizdi Nazım Hikmet'in Varan 3 adlı şiir kitabını resimledi.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun çıkardığı Yeni Adam dergisi için desenler hazırladı. Bir ara, yanlış yorumlanan bazı sözleri yüzünden savcılık emriyle 1936'da Bakırköy Akıl Hastanesi'nde bir yıla yakın gözetim altına alındı.

 1937'nin sonlarına doğru taburcu edildi. Bu olaydan sonra Fikret Mualla'da gittikçe artan ve ölümüne değin süren bir polis Babasının ölümü üzerine eline geçen miras payı ile Paris'te yaşamını sürdürebileceğini düşünerek 1939'da Türkiye'den ayrıldı.

Hastaneden çıkışı ile Türkiye'den ayrılışı arasındaki iki yıllık sürede

1939 Uluslararası New York Fuarı Türk Pavyonu için Abidin Dino'nun isteği üzerine İstanbul konulu otuz kadar tablo yaptı.

1938'de yayımlanan Ses dergisi için çizdiği desenlerden birinin müstehcen olduğu gerekçesiyle, Türkiye'den ayrıldıktan sonra aleyhinde dava açıldı,

1939'da beraat etti. Bu dönemde yazılmış ve Ses'te yayımlanmış "Masal" ve "Üsera Karargahı" adlı iki de öyküsü vardır.

Fikret Mualla Fransa'da yirmi altı yıldan fazla yaşadı. Geçimsizlik, içkiye düşkünlük ve sürekli polis korkusu ile geçen yıllar sonunda hayatındaki dengesizlik ve uyumsuzluk yoğunlaştı. Bir ara tedavi için hastaneye yatırıldı.

Burada kaldığı iki ay içinde kendisine resim yaptıran Dina Vierny'nin koruması altına girdi. Bu resimleriyle Kasım 1954'te ilk sergisini açtı. İkinci sergisinden sonra yeniden akıl hastanesine girdi.

Bir ay sonra taburcu edilince sanayici Lharmin'le bir anlaşma yaptı ve Seine Nehri'nin daha çok varlıklıların oturduğu "sağ" yakasına taşındı. Resimlerinin sürekli müşterisi olan Madame Angles'yle bu dönemde tanıştı.

Fikret Mualla'yı bundan sonra koruması altına alan Madame Angles, 1962'de felç geçirdiğinde onu hastaneye kaldırttı, bakımını sağladı. Daha sonra Nice yöresinde Reillane kasabasındaki evine yerleştirdi ve bütün giderlerini karşıladı. Fikret Mualla ömrünün sonuna kadar felçten kurtulamadı.

Mayıs 1967'de eski sinir bunalımları yeniden başladı. Ölümünden yedi yıl sonra 1974'te Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün ilgilenmesiyle kemikleri Türkiye'ye getirildi ve Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü.

1976'da dostlarından, yakınlarından ve çeşitli koleksiyonlardan derlenen yüz on sekiz resmi ile Ankara'da adına bir sergi düzenlendi.

Eserlerinin çoğu bugün özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Hayatının büyük bölümünü Fransa'da geçiren Fikret Mualla konularını kahveler, sirkler ve sokaklar gibi Paris yaşamının ayrıntılarından seçmiştir.

Resim onun için bir yaşama biçimi olmuştur. Yaşamın gerçeklerini büyük bir içtenlikle renge ve biçime aktarmış, içinde yaşadığı bohem çevrenin insanını resmine konu olarak almıştır. Daha çok guvaş tekniğine yakınlık duymuş ve bu teknikle çok hızlı çalışabilmiştir.

Ancak yağlıboyayı da suluboya ve guvaşı ustalıkla kullanmıştır.

Resmin kuramsal sorunları onu pek ilgilendirmemiş, dış etkilere yabancı kalmış ve çağdaş akımlara katılmamıştır. içinden geldiği gibi, öznel, coşkun bir lirizm ile dolu resimler yapmıştır

Fikret Mualla Saygı resimleri

Fikret Mualla Saygı hakkındakimdir biyografi

Mail msn iletişim adresi msni e posta maili e-posta e-mail postası msnsi adresleri

Gizlilik Politikası